Ekonomik ve Mali Analiz

29 Ekim 2016 Cumartesi

Sayıştay Denetçi Yardımcısı

Sayıştay
Sayıştay Başkanlığının görev alanına giren konularda yapılacak denetim ve inceleme faaliyetlerini yaparak gerekli raporları hazırlama ve ilgili mevzuatı uyarınca verilen diğer görevleri yerine getirmek üzere, Sayıştay Denetçisi olarak yetiştirilmek amacıyla Sayıştay Denetçi Yardımcısı istihdam edilmektedir. Sayıştay Denetçileri ve Yardımcıları Sayıştay meslek mensubu sayılmaktadırlar.

Denetçi yardımcılığına atanma

Yapılacak Denetçi Yardımcısı Adaylığı Giriş Sınavı sonucunda başarılı olanlar arasından, başarı sırasına göre, duyurulan kadro sayısı kadar atama yapılır.

Ataması yapılacakların, atama işlemlerine ilişkin istenecek belgeleri süresi içerisinde sunmamaları halinde, atamaları gerçekleştirilmez.

Aylık ücretleri

Denetçi yardımcıları, hakim ve savcı adayları gibi aylık ve ek ödeme alırlar. (Ek ödemeden sosyal güvenlik kesintisi yapılması konusunda yaşanan tereddüt Meclise sunulmuş olan kanun teklifinin yasalaşmasıyla giderilecek olup, buradaki hesaplamamızda ek ödemeden sadece damga vergisi kesilmiştir).

2016 yılının ikinci 6 aylık döneminde göreve başlayacak olan bekar ve çocuksuz Denetçi Yardımcısı Adayı, aylık olarak Net 4.188 TL ücret alacaktır.

Giriş sınavında başarılı olup da atanamayanların durumu

Uygun görülmesi halinde; giriş sınavını kazandığı kendilerine bildirilenlerden idarece verilen süre içinde başvurmayanların, ataması yapıldığı halde göreve başlamayanların veya göreve başlamakla birlikte iki ay içerisinde ayrılanların yerine, sınavda başarılı olup da atama yapılacak kadro sayısından fazla oldukları için ataması yapılamayanlar arasından, başarı sırasına göre atama yapılabilir.

Giriş sınavında başarılı olup da atama yapılacak kadro sayısından fazla oldukları için ataması yapılamayanlar, giriş sınav sonucunun ilan tarihinden itibaren dört ay geçmesiyle haklarını kaybetmiş sayılırlar.

Denetçi yardımcısı adaylığı ve denetçi yardımcılığı

Denetçi Yardımcıları, adaylık dönemi içerisinde Denetçi Yardımcısı Adayı, adaylık dönemi sonrasında ise Denetçi Yardımcısı olarak adlandırılmaktadır.

Denetçi yardımcılarının mesleki eğitim ve staj süresi en az iki en çok üç yıldır. Bu sürenin en az bir en çok iki yılı ise adaylık dönemidir.

Adaylık süresi sonunda; haklarında olumlu değerlendirme raporu düzenlenenler denetçi yardımcılığına atanırlar. Değerlendirme raporları olumlu olmayanların ise görevine son verilir.

Mesleki eğitim ve staj

Mesleki eğitim ve staj süresi, denetçi yardımcısı adayı ile denetçi yardımcısı sayısına ve işin gereklerine göre mevcut denetim gruplarında veya eğitimle ilgili gruplarda geçirilir.

Denetçi yardımcısı adayları ve denetçi yardımcıları, kabule değer özürleri olmadıkça mesleki eğitim ve staj faaliyetlerine katılmak zorundadırlar.

Mesleki eğitim kapsamında okutulacak ders gruplarından herhangi birinin yarısına veya staj faaliyetlerine ayrılan sürenin üçte birine devam edememiş olanlar eğitim dönemini tamamlamamış sayılır. Bunların mesleki eğitim ve stajları takip eden eğitim ve staj döneminde, bu mümkün olmadığı takdirde Kurum tarafından belirlenecek tarihlerde tamamlattırılır.

Yeterlik Sınavı ve Denetçiliğe Atanma

Denetçi yardımcılarının denetçiliğe atanabilmeleri için mesleki eğitim ve staj sonunda yapılacak sınavda başarılı olmaları ve haklarında yapılacak değerlendirmenin olumlu olması şarttır.

Yeterlik sınavı sonunda;

a) Başarılı sayılmak için gerekli not ortalamasını tutturdukları halde en çok iki ders grubundan 50'den aşağı not alanlar, başarısız oldukları ders gruplarından,

b) Başarılı sayılmak için gerekli not ortalamasını tutturamayıp aynı zamanda bir ders grubundan 50'den aşağı not alanlar, başarısız oldukları ders grubu ile istemeleri halinde not ortalamasını yükseltmek için seçecekleri en çok 2 ders grubundan,

c) Ders gruplarından 50'den aşağı not almadıkları halde başarılı sayılmak için gerekli not ortalamasını tutturamayanlar, not ortalamasını yükseltmek için seçecekleri en çok 3 ders grubundan,

sınav sonuçlarının ilanından itibaren 3 ay içinde açılacak bütünleme sınavına girerler.

Yeterlik sınavını kazanan ve durumları olumlu değerlendirilen denetçi yardımcıları meslek kıdemine esas süreleri aynı olanlar için kıdem sırasına esas olmak üzere başarı derecelerine göre denetçiliğe atanırlar. Kıdem sıralamasında bütünleme sınavına girenlerin kıdem sıralaması bütünlemesiz geçenlerden sonra gelecek şekilde değerlendirilir.

Sınavlarda başarısız olma hali

Sınavlarda başarılı olamayanların meslek mensupluğu ile ilişiği kesilir. Bunlardan talepte bulunanlar, uygun görülmeleri halinde Sayıştay Başkanının onayıyla idari personel olarak atanır.
Sayıştay Denetçisi, anayasa ve kanunlarla Sayıştay'a verilen inceleme, denetleme ve raporlama görevlerini yerine getirmekle görevlendirilmiştir. Yargısal yetki ile donatılan ve anayasanın yargı bölümü altında yer alan Sayıştay, TBMM adına kamu dış denetimini yürütmesi nedeniyle tüm dünya sayıştayları gibi yüksek denetim örgütü kimliğine sahiptir. Sayıştayların uluslararası örgütü INTSAI standartlarında belirtildiği üzere mali ve performans denetimleri ile denetim destek gruplarındaki çalışmalarıyla yerine getirirler. Sayıştay denetçilerinin görev yeri Ankara'dır.

GÖREV VE SORUMLULUKLARI

Anayasa, Sayıştay'a ve bu bağlamda Sayıştay denetçilerine; merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının gelir, gider ve mallarını TBMM adına denetlemek, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak, mahalli idarelerin hesap ve işlemlerini denetleyip kesin hükme bağlamak, kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmak, TBMM'ne kesin hesap kanun tasarıları hakkında uygunluk bildirimi sunmak görevlerini vermiştir.
Genel olarak Sayıştay denetçisinin görev alanına giren kurum ve kuruluşlar şunlardır;
-Merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri
-Sosyal güvenlik kuruluşları
-Mahalli idareler
-Kuruluş kanunları veya diğer özel kanun hükümleri gereğince Sayıştay denetimine tabi kurumlar
-Döner sermayeler ve fonlar

ÖZLÜK HAKLARI ve MAAŞLARI

Sayıştay denetçilerinin mali ve sosyal hakları genel olarak Devlet Memurları Kanunu'nda, Sayıştay Kanunu'nda ve Hakimler Savcılar Kanunu'nda düzenlenmektedir. 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun ek geçici 1.maddesine göre; Sayıştay meslek mensupları aylık, ödenek, mali, sosyal ve diğer özlük hakları bakımından; kıdem sınıf ve derecesindeki birinci sınıf, birinci sınıfa ayrılmış, ikinci sınıf ve üçüncü sınıf hakim ve savcılar hakkındaki hükümlere tabidirler.
Sayıştay Denetçileri diğer memurlardan farklı olarak 3 yılda değil, 2 yılda bir derece almaktadırlar. Denetçiler, belki ilk yıllarda olmasada kısa süre sonra lojmanda oturma olanağına kavuşmaktadırlar. Ankara'nın çeşitli semtlerinde bulunan lojmanlar denetçilere görev tahsisli olarak verilmektedir.
Yardımcılık döneminde verilen eğitim, performans denetim eğitimi, ilerleyen yıllarda yapılan uygulamalar sonucunda kazanılan deneyim, Sayıştay denetçilerini hem kamu sektöründe hem de özel sektörde çalışabilecek duruma getirmektedir.


Sayıştay denetçileri yeterlilik sınavını geçtikten sonra yeminli mali müşavirlik sınavına girebilirler. Sınavı kazandıktan sonra 8 yıl aha çalıştıkları takdirde yeminli mali müşavir ruhsatı alabilmektedirler.

YURTDIŞI İMKANLARI

Denetçiler denetim amacıyla yurtdışına  gönderildikleri gibi, yabancı dil eğitimi amacıyla da gönderilmektedirler. Ayrıca denetçileri, gösterdikleri performans dikkate alınarak meslekleri ile ilgili araştırma yapmak üzere yurt dışına gönderme olanağı bulunmaktadır

28 Ekim 2016 Cuma

Sen Friedman'ı seversin ama cenazene Keynes gelir

08:43 Posted by Hacker62 , No comments
Milton Friedman, Monetarizmin oluşumunda ve tanıtımında en önemli isimdir. 1976 yılında "Paranın Miktar Teorisi üzerine çalışmalar" adlı kitabında Monetarizmin temel ilkelerini ortaya koymuştur. Amerika'daki Devlet okullarında öğrencilere ücretsiz öğle yemeği verilmesi tartışmaları sırasında söylediği "There is no such thing as a Free Lunch" (Bedava öğle yemeği diye bir şey yoktur) sözü monetarist ekonomi'ye inananların ana tartışma ekseni oldu.

Milton Friedman kendisine Nobel Ekonomi Ödülü verilirken yaptığı konuşmada "enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgu olmuştur" sözüyle parasal genişleme - enflasyon arasındaki sıkı ilişkiye vurgu yapmıştır.

Friedman ayrıca bir ekonomik durgunluk ya da bunalım döneminde bir şekilde "ipleri elinde tutmak" şeklindeki dinamik agresif bir para arzı genişlemesinin etkili olmayacağı düşüncesinden hareketle ortaya atılan "para önemli değildir" tarzındaki hakim Keynesyen düşünceyi ortadan kaldırmak istemiştir.

Friedman ve diğer Monetaristlerden Schwartz, para politikasının hem genişlemelerde hem de daralmalarda gerçekten etkili olduğunu göstermişlerdir.

Milton Friedman'ın para ekonomisi üzerine yaptığı çalışması,1960'larda ve 1970'lerde enflasyon tehlike sinyalleri vermeye başladıkça, giderek önemli ve uygulanabilir hale geldi. Friedman'a göre ileri ülkelerde 1970'lerden sonra baş gösteren krizin asıl nedeni John Maynard Keynes'ten esinlenerek uygulamaya sokulmuş konjonktür politikalarıdır.

Yüksek düzeyde istihdam oluşturmayı esas almış olan konjonktür politikalar, gevşek politikasından doğan etkilerle ekonomileri raydan çıkararak istikrarsızlığı yaygınlaştırmıştır.

1970'lerin ve 1980'lerin başlarında Monetaristler gerek Akademik ve gerekse politik çevrelerden birçok taraftara toplayarak düşüncelerini yaymışlardır. Onlara göre 1970'li yıların sorunu olan işsizlik ve enflasyonun sebebi uygulanan gelişigüzel para politikalarıdır. Ekonomik istikrarsızlığın kaynağı ise para arzındaki düzensiz dalgalanmalardır
Monetarizmin temel ilkeleri: 
Para arzındaki büyüme oranı ile nominal gelirin büyüme oranı arasında çok kesin olmamakla birlikte bir ilişki bulunmaktadır.
Bu ilişki çok kesin değildir çünkü para arzındaki artışların geliri etkilemesi zaman alır. Ayrıca, bunun ne kadar süreceği de belli değildir.
Ortalama olarak para arzındaki artış, nominal gelirleri yaklaşık 6 ve 9 ay arasında geçecek bir süre sonunda etkiler.
Nominal gelirin büyüme oranındaki artış etkisi, kısa dönemde (5 veya 10 ay kadar bir sürede) ilk olarak üretim üzerinde görülür. Bu daha sonra, 10 ayı aşan bir sürede, fiyatlara yansır.
Ortalama olarak, para arzındaki artış ile enflasyon arasındaki toplam gecikme 12-18 ay arasındadır.

Miktar Teorisi
Monetarizm, esasen bu ilkeleri ile klasik iktisatçıların açıkladıkları Miktar Teorisini yeniden ön plana çıkarmıştır. Bununla birlikte monetaristler Klasik Miktar Teorisi'ni bazı yönlerden eleştirmişler ve bu teorinin enflasyonu açıklamak için yeterli olmadığını öne sürmüşlerdir. Monetaristlere göre, MV=PT şeklinde ifade edilen klasik miktar teorisi formülünde yer alan paranın dolaşım hızı (V) sabit değil, aksine bazı değişkenlerin istikrarlı bir fonksiyonudur. Friedman’ ın analizleri ile geliştirilen monetarizme aynı zamanda “Modern Miktar teorisi” adı da verilmektedir.

John maynard keynes şöyle der “iktisatçı ve siyasal düşünürlerin fikirleri, ister doğru olsun ister yanlış olsunlar, genel olarak sanıldığından çok daha etkili ve güçlüdür”. Özellikle final ve vize dönemlerinde iktisat öğrencilerinin en çok sövgüsüne mazhar olan keynes, hem iktisat bilimine akademik katkısı hem de dünya ekonomisine özellikle büyük buhran dönemindeki politik katkıları nedeniyle en önemli iktisatçı olarak görülmektedir. İktisadın babası adam smith ise, makro iktisat’ın babası da keynes’tir.

Keynes 1883 yılında yani karl marx’ın öldüğü tarihte cambridge’te dünyaya geldi. Babası john neville keynes’de iyi bir iktisat ve mantık hocası idi. Winston churchill’in, “büyük adamların çocuklukları genelde mutsuz ve acılı geçmiştir” teorisinin tersine keynes’in çocukluğu gayet zenginlik ve mutluluk içersinde geçmişti. Yani o zaman ingiltere’sinin kaymak tabakasından bir aileden gelmekteydi. Keynes king’s college’da okurken ünlü düşünürler bertrand russell ve george edward moore’un etkisinde kalmıştır. Moore’un “insanın en önde gelen amaçları, sevmek, estetik güzellikler yaratmak, bunların zevkine varmak ve bilgi peşinde koşmaktır” sözlerine uygun minvalde yaşantısını sürdürmüştür.

Keynes’in iktisata yönelmesini asıl sağlayan kişi ise 1885-1925 arasında iktisat dünyası için bir peygamber olarak görülen alfred marshall’ın principles adlı kitabıdır. Bu kitap özellikle üst düzey yeteneği ve aklı olmayan insanların da iktisat biliminden uzaklaşmasını sağlamaktadır. Keynes gibi bir deha ise bu kitapla birlikte iktisat biliminin sınırları içine girmeyi başarmıştır.

1905 yılında university of cambridge’i bitiren keynes, açılan memuriyet sınavında ekonomi sorularında başarılı olamayınca, sınavı düzenleyenler için, “herhalde benden daha az ekonomi biliyorlardı” demiştir. Ardından denizaşırı ülkeler sınavını kazanan keynes, john stuart mill gibi iktisatçıların fikirlerini şekillendiren, müthiş zenginlikler ve müthiş sefaletlerin eşanlı yaşandığı, doğu hind şirketi’nin sömüre sömüre bitiremediği hindistan’a gider. 

Burada tecrübe kazanan keynes, alfred marshall’ın torpili ile kazandığı bursla cambridge’de lisan üstü eğitime başlamıştır. Birinci dünya savaşı ile birlikte, cepheye gitmeyi yeğlemeyen keynes hazine bakanlığı’nda memuriyete başlar. Burada başarılı işler yapan keynes, savaş sonunda toplanan barış konferansı’na giden heyet arasında kendine yer bulur. Paris barış konferansı’nda mağlup ülkelere dayatılmak istenen yüklü savaş tazminatlarına karşı çıkarak heyetten istifa etmiştir. Ona göre almanlar’dan ödeyebileceklerinin üzerinde tazminat istemek avrupa’nın kendi kendini cezalandırması idi.

Bu tavrı nedeniyle ingiliz hükümeti ile ilişkileri bozulan keynes bundan sonraki 20 yıl boyunca bir sigorta şirketinin müdürlüğünü yapıp, hisse senedi, döviz, emtia alıp satmak gibi finansal araçlarla uğraşmıştır. Kamu görevlerinden dışlanan keynes’in avantajı ise her ağzına geleni söyleyebilmek olmuştur.

Ayriyeten o dönemin adriana lima’sı olan yıldız rus balerin lydia lopokova ile evlenme fırsatını da yakalamıştır. Dönemin magazin sayfalarında bu evlilik için “aklın ve güzelliğin eşsiz birleşimi” denilmekte idi. 

Keynes’in yazıp çizmesinden en çok zarar gören kişi hiçbir zaman yıldızının barışmadığı winston churchill olmuştur. Savaş sonrası churchill’in sterlinin değerini savaş öncesi altın ve dolar kuruna göre belirlemesini budalalık olarak gören keynes, churchill’in “yanılgıya düşmesini engelleyecek içgüdüsel yargı yeteneğinden yoksun olduğunu belirtmişti. Ancak oldukça yüksek belirlenen bu kur yüzünden ingiltere müthiş bir dış ticaret ve işsizlik sarmalına girmişti. Keynes’in öngörüleri gerçekleşmişti.

24 ekim 1929 yani kara perşembe denilen o uğursuz gün ile başlayan büyük ekonomik kriz on yıldan fazla bir zaman tüm dünya piyasalarını olumsuz yönde etkilemiştir. 1933 yılında o dönemki başkan franklin roosvelt’e mektup yazan keynes hiçbir alçakgönüllülük göstermeden, bu krizden hükümet harcamalarını arttırmak suretiyle çıkılabileceğini salık veriyordu. Oysa amerika başkanından gerekli ilgiyi görmemişti. 

Keynes vazgeçmedi ve1936 yılında wealth of nations’dan sonra iktisat aleminin en önemli ikinci kutsal kitabı olan the general theory of employment interest and money’yi yayımladı. Klasiklerin ekonomik krzilerin kendiliğinden bir süre sonra çözüleceği teorisi tutmamış nerdeyse 10 yıl geçmişti. Keynes bu kitapta ekonominin eksik istihdam ile de dengeye gelebileceğini savunmuştur. Ona göre tedavi için hükümet borçlanmalı ve altyapı yatırımlarına girişmeli, harcamalarını çok fazla arttırmalıydı.

Mektupla amerika’ya giremeyen keynes kitabı ile amerikan üniversitelerine girmiş ve buralarda peygamber olarak görülmekteydi. Özellikle harvard üniversitesi keynes’in fikirlerinin yayılımı için bir kilise işlevi görmüştür. Meşhur joseph a. Schumpeter keynes’i hiç sevmese de fikirlerini üniversitede anlatmasına hiç karşı çıkmamıştı.

Harvard’da olgunlaşan fikirler keynes hayranı bürokrasiye yakın genç iktisatçılar tarafından washington’a taşınmıştır. Özellikle 1930’ların sonlarında roosevelt’in ekonomik danışmanı olan lauchlin currie ve meşhur iktisatçı alvin harvey hansen, keynes’in düşüncelerini amerika üzerinde deneme olanağı buldu. İkinci dünya savaşı için müthiş silah yatırımları yaparak, işsizliği yenen hitler almanya’sı, keynes’in fikirlerinin alelacele amerika’da da uygulanmasına yol açtı. Sonunda büyük krizden çıkılmıştı. 

Amerika işsizliği yenmiş ama başka uyuyan bir dev olan enflasyonu sanki kış uykusundan uyandırıyordu. Keynes müthiş zaferini geç te olsa kazanmıştı. Enflasyonun savaşa özgü bir durum olduğu o dönemki iktisatçılar tarafından kabul edilmişti. 

1944 yılında new hampshire’daki bretton woods isimli kasabada, altın sistemi ve savaş tazminatları hususlarında devletlerle devletler arasında değil ama devletler ile keynes arasında bir toplantı tertip edildi. Bu konferans ile ımf ve dünya bankası ıbrd kuruldu. Savaş mağlupları cezalandırılmayacak, o ülkelerin yeniden imarı sağlanacaktı. Nitekim marshall planı ve yardımları hep keynes fikirlerinin ürünüdür.

Keynes bir kriz ve zengin ülke iktisatçısıydı. Çözümleri yoksul ülkelerde yatırım yapacak para olmadığından geçerli olamıyordu. Keynes işsizlik ve bunalıma çare olmuştu ama enflasyona karşı değil. Yine de1946 yılında hayatını kaybeden sör keynes herkes tarafından bu bilimin babası olarak görülmeye devam etmektedir.

Keynesten bir demeç : 

1930'da yazdığı "torunlarımızın ekonomik olanakları" adlı denemesinde, mevcut ekonomik gerçekliğin ahlaki normlar üzerindeki belirleyici etkisine ve bu durumun değişebileceğine dair şöyle umut dolu bir öngörüsü vardır: "servet biriktirmek artık toplumsal önemini yitirdiğinde ahlak kurallarında da büyük değişiklikler olacak. İki yüzyıldan beri en çirkin insani özellikleri en yüce erdemler konumuna yükseltmemize neden olarak bize kabus yaşatan sahte ahlak kurallarının pek çoğundan kurtarabileceğiz kendimizi. Para olgusunu gerçek değerinde kavrama cesaretini gösterebileceğiz. Para edinme tutkusunun -hayatın keyifli yanlarına ve gerçekliklerine ulaşma aracı olarak para edinme tutkusunun- ne demek olduğunu kavrayacağız: hayli ölümcül bir hastalık, ürpererek ruh hastalıkları uzmanına başvurmamıza neden olan, hem suç, hem de hastalık eğilimini içeren o dürtülerden biri olduğunun farkına varacağız. Bütün çirkinliklerine ve adaletsizliklerine rağmen sermaye birikiminin teşviki için olağanüstü yararlı olduğundan halen yüksek bedeller ödeyerek sürdürdüğümüz ve servet, ekonomik ödül, yaptırım dağılımını etkileyen tüm sosyal gelenekleri ve ekonomik pratikleri nihayet özgürce def edebileceğiz."

Okun yasası

08:01 Posted by Hacker62 No comments
Arthur Okun

Okun yasası, ekonomide bir ülkedeki işsizlikle, ülkenin üretimindeki azalmayı gözleme dayalı olarak açıklayan ilişkilendirme. Aralık modeline göre işsizlik oranındaki her %1'lik artış, ülkenin GYH'sinin potansiyelinden yaklaşık %2 uzaklaşmasına yol açar. Fark modeli ise, yılın çeyreklerinde işsizlikteki değişmelerle, reel GYH değişmelerin korelasyonunu açıklar. Yasa adını 1962 yılında bu ilişkileri ortaya atan Arthur Okun'dan almıştır.

Amerikan ekonomisine ilişkin büyüme ile işsizlik rakamlarını inceleyen Arthur Okun, reel büyüme oranının yüksek olduğu yıllarda işsizlik oranının düştüğünü, aksine reel büyüme oranının düşük düzeyde kaldığı hatta negatif olduğu yıllarda, işsizlik oranının arttığını saptamıştır. Arthur Okun'un reel büyüme oranı ile işsizlik arasındaki ilişkiyi bir formülle ifade etmesi, bu görüşün daha sonra Okun yasası diye ifade edilmesine neden olmuştur. Okun yasası, reel büyüme hızının %2,25'in üzerine çıktığı yıllarda, reel gelirin %2,25 oranının üzerindeki her %1’lik artışının, işsizlik oranında %0,5’lik bir azalma sağladığı şeklindedir.


Örneğin milli gelirde %5,25'lik artış olduğu bir yılda, işsizlik oranı %1,5 oranında azalmaktadır (%5,25 - %2,25 = %3 ve %3/2 = %1,5). Okun yasası olarak ifade edilen bu ilişkinin, yıllık nüfus artış hızının %1 civarında olduğu ABD için geçerli olduğunu belirtmek gerekir. Gelişmekte olan ülkelerde de böyle bir oransal ilişkiyi saptamak mümkün olmakla birlikte, bu grup ülkelerde nüfus artış hızı fazla olduğundan, reel büyüme hızından çıkarılması gereken oran %2,25'ten daha yüksek ve her ilave %1'lik reel büyüme hızı nedeniyle işsizlik oranındaki azalma da %0,5'ten az olacaktır.

Fisher etkisi

07:42 Posted by Hacker62 , , No comments
Irving fisher
Önce bir denklem verelim: i=r+e. Burada i nominal faizi, r reel fazili ve e de beklenen enflasyonu gösteriyor.

Önce bir denklem verelim: i=r+e. Burada i nominal faizi, r reel fazili ve e de beklenen enflasyonu gösteriyor. Buna göre bir ekonomide nominal faiz, reel faiz ile beklenen enflasyonun toplamından oluşuyor. Denkleme bir başka açıdan bakarsak reel faizin, nominal faiz eksi enflasyondan oluştuğunu görürüz. Bu durumda, beklenen enflasyon da nominal faizden reel faizi çıkararak bulunacak değer olarak karşımıza çıkar. Fisher'e göre beklenen enflasyonda 1 birim gerileme olursa nominal faizler de aynı oranda geriler. Buna Irwing Fisher'in adından hareketle Fisher Etkisi adı veriliyor.

Kuşkusuz bu denklemde reel faizin sabit kabul edildiğini dikkate alarak Fisher'in bu analizinin, enflasyonun ve dolayısıyla faizin tek haneyle ifade edildiği ülkeler için yapılmış olduğunu söylememiz gerekir.
Türkiye gibi reel faizin yüzde 20-35 aralığı gibi yüksek düzeylerde dalgalandığı ülkeler açısından Fisher etkisine bazı eklemeler yapmak gerekiyor. Fisher'in öngörüsünden uzaklaşarak denklemin Türkiye açısından da geçerli olduğunu varsayalım ve sayılarla ifade edelim. Diyelim ki, beklenen enflasyon yüzde 60, reel faiz de yüzde 20 olsun. Bu durumda nominal faiz yüzde 80 olarak karşımıza çıkacak demektir: 80=20+60. Bu durumda beklenen enflasyonun yüzde 60'dan yüzde 50'ye düştüğünü varsayarsak nominal faiz de yüzde 70'e düşecek demektir: 70=20+50. Bu durumda beklenen enflasyonun düştüğü bir ortamda etkilenecek olan yalnızca nominal faiz değil aynı zamanda reel faizdir. Çünkü reel faiz risk algılamalarının sonucunda artan ya da azalan bir getiri beklentisidir.

Türkiye gibi enflasyonun çok yüksek olduğu ve siyasal istikrarın sağlanamadığı ülkelerde risk algılamalarının yüksekliği reel faizin de ister istemez yüksek oluşmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla analizi Türkiye'ye çevirdiğimizde reel faizi sabit olarak alamayız. O nedenle risk algılamasında bir iyileşme, beklenen enflasyondaki gerilemenin nominal faiz üzerinde yarattığına benzer bir etkiyi reel faiz üzerinde yaratacaktır. Bunun en tipik örneğini 2000 yılının başlarında yaşadık. Hazine'nin iç borçlanmasına verdiği nominal faiz, enflasyon beklentisindeki olağanüstü iyileşmeyle aniden 60 puan kadar düşüverdi. Bu boyutta olmasa bile benzer bir gelişme reel faizde de ortaya çıktı. Reel faiz öylesine yüksekti ki risk algılamasında ortaya çıkan iyileşme burada da gerileme yarattı. Bunun tek nedeni uygulamaya konulan programın ve özellikle döviz kuruna yönelik belirlemelerin yarattığı risk algılaması değişimiydi. Ekonomik aktörler, programla birlikte risk algılamalarını olumlu yönde hızla değiştirmişlerdi.

Şubat krizinden sonra risk algılaması yeniden ve hızla bozuldu. Programa ve uygulamaya olan inanç kökünden sarsılmıştı. Dalgalı kura geçilmiş olması ek belirsizlikler yaratmıştı. 20 yıldan bu yana enflasyonu değil döviz kurunu, kararlarına gösterge olarak alan ekonomik aktörler, bir göstergeye dayanmaktan mahrum kalmışlardı. Üstelik Türkiye gerçekleşebileceği düşünülen risklerin çoğunu realize etmişti. Dolayısıyla artık sözle, açıklamayla beklenti düzeltecek ortam kalmamıştı.
O nedenledir ki IMF kıdemli başkan yardımcısı Stanley Fischer'ın açıklamaları beklentileri düzeltmeye ve dolayısıyla reel faizleri etkilemeye yetmedi. Dolayısıyla Fisher etkisinin yanında bir Fischer etkisi oluşmadı.

24 Ekim 2016 Pazartesi

Dizi sektörü 500 milyon dolara ulaştı

13:42 Posted by Hacker62 , , No comments

İçerde
Dizi sektörü 500 milyon dolara ulaştı

Türkiye dünyada en çok televizyon izleyen ülkelerden biri. Son verilere göre günde ortalama 5-6 saatimizi televizyon karşısında geçiriyoruz. Yüksek erişim nedeniyle de televizyon hâlâ sektörün itici gücü. Televizyonun tüm mecralar arasında reklamdan aldığı pay ise son yıllarda küçülse de, yüzde 51-52 seviyesinde. Reklam pastasındaki payı her yıl biraz daha düşen televizyon mecrası kendisi büyümese de yan sektörlerini büyütmeye devam ediyor.


+
Türkiye, dünyada en çok televizyon izleyen ülkelerden biri. Son verilere göre günde ortalama 5-6 saatimizi televizyon karşısında geçiriyoruz. Yüksek erişim nedeniyle de televizyon hâlâ sektörün itici gücü. Televizyonun tüm mecralar arasında reklamdan aldığı pay ise son yıllarda küçülse de, yüzde 51-52 seviyesinde. Reklam pastasındaki payı her yıl biraz daha düşen televizyon mecrası kendisi büyümese de yan sektörlerini büyütmeye devam ediyor.
250 milyon doları ihracattan
T.C. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nün verilerine göre Türkiye’deki yapım şirketleri her yıl 100’ün üzerinde yeni yapım üretiyor. Ortalama 15 civarında yapım ise Türkiye’yle birlikte yurtdışında da seyirci bulabiliyor. Ortadoğu, Balkanlar ve Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere 75 ülkede 70’in üzerindeki Türk dizisini 400 milyon kişi ilgiyle izliyor. Örneğin, Muhteşem Yüzyıl dünyada 250 milyon seyirci tarafından izlendi. Özellikle Çin ve Rusya gibi ülkelere girdikten sonra Türk dizi sektörü daha hızlı bir büyüme yakaladı.
2015’te Cannes’da gerçekleştirilen dünyanın en büyük televizyon programları festivalinde Türkiye’nin dizi ihracatında Amerika’dan sonra ikinciliğe yükseldiği açıklanmıştı. Türkiye geçen yıl dizi ihracatında yüzde 25’lik bir büyüme yakaladı ve 250 milyon dolarlık bir hacme yaklaştı. 2016’nın sonunda ise bu hacmin 350 milyon dolar seviyesine ulaşması bekleniyor.
Tematik, yerel ve dijital dahil halen yayın yapan Türkiye’deki yüzlerce kanaldan dizilere yatırım yapabilenler sadece yedi büyük ana kanal. Televizyon mecrasına giden toplam reklam gelirinin yüzde 80’e yakını da bu ana kanallara gidiyor. Ancak yine de kanallar arzu ettikleri büyümeyi yakalayamıyor ve zarar etmeye devam ediyor. Dizi ihracatının büyümesi bir nebze de olsa bu kanalları da rahatlatıyor. Çünkü bu kanalların büyük çoğunluğu dizileri kendileri finanse ettikleri için yurtdışı satış gelirlerinden de pay alıyor. Pek çok yapımcı ve televizyon yöneticisi resmî olarak açıklayamasa da, kanalların dizilere bölüm başı 550 ila 1,2 milyon TL arasında büyük bir bedel ödedikleri biliniyor.
Yapımcı penceresinden bakıldığında da ihracat olmasa sektörün durumu çok kötü. MediaCat Şubat sayısında söyleşisini bulabileceğiniz Ay Yapım’ın ortaklarından Kerem Çatay net olarak ifade ediyor: “Ay Yapım dizi ihracatı olmasa çok zorlanır.” Bu durum, pek çok yapımcı için geçerli.
Reyting rekabetinde diziler
Öte yandan Türkiye’de ilk yedi televizyon arasında reyting rekabeti kızışmaya devam ediyor. Daha fazla reytinge erişme yolundaki rekabet, dizilerin sürelerinin uzamasına ve maliyetlerinin artmasına neden oluyor. Ancak reklam gelirleri bu duruma paralel gitmiyor ne yazık ki. Türkiye’de dizilerin süreleri, bölüm başına 150 dakikayı bulmuş durumda. Öyle ki bir dizinin bir bölümü yurtdışına birkaç bölüm olarak ihraç ediliyor.
Dünyada eğlence ekonomisi iki trilyon doları yakalamış durumda. Bu büyük denizin içerisinde bizim dizilerin başarısı bugün itibarıyla küçük gibi görünse de Türkiye ve endüstri için büyük bir kaynak. Özellikle dizi yatırımı yapan televizyonlar yurt içinde yakalayamadıkları büyümeyi yapım şirketleriyle birlikte ihracatla dengelemeye çalışıyorlar. Dizilerimizin rakamsal büyüklüklerinin getirdiği avantajın yanı sıra ülke tanıtımına da büyük katkısı var. Diziler son dönemde Türkiye için tam bir soft power (yumuşak güç) etkisi yarattı. Turizmde ülke olarak elde edilen ilerlemede dizilerin payı çok büyük.
Yeni bir model
Dizi yapım sektörünün medya ve reklam sektörüyle birlikte tam da bu noktada yeni bir atılım yapmasının tam zamanı belki de… Yurtdışı satışları da kapsayan ürün yerleştirme ve sponsorluklar konusunda ortaya konabilecek yeni bir bakış açısı hem yapımcıların hem televizyon kanallarının maliyetlerine katkı sağlayabilir. Üstelik bu topraklardan dünya markaları çıkmasına yardımcı olabilir. Bizden söylemesi.

23 Ekim 2016 Pazar

Bir rating düşürme hikayesi!

01:55 Posted by Hacker62 , No comments
Rating
Her şey rating notunun büyük bir rating şirketi tarafından düşürülmesi ile başladı. Aslında görünümün negatif olduğunu daha önce belirtmişti şirket. Yani bu her an notunu düşürebilirim anlamına geliyordu rating literatüründe. Demek ki o zaman pek ciddiye alan olmamıştı. Fakat şimdi herkes çok kızmıştı.


Zaten bu rating şirketi önceden de mimliydi. Ülkeyi krize soktuğundan şüphelenmişti yöneticiler. Ondandır araları pek soğuktu.

Bakanlar, milletvekilleri ve diğer yorumcular hemen kararı eleştirdiler. Herkes ağzına geleni söylüyordu. Vatana ihanet etmişti bu şirket. Sen kim oluyorsun da bizim gibi güçlü bir ülkenin notunu kırıyorsun, şerefsiz!

Rating şirketi kararını şöyle savunuyordu: "E kardeşim, ben sana daha önce demedim mi, bütçe açığın yüksek, orta ve uzun vadeli planların yetersiz, zayıfsın diye."

Hükümetten yanıt gecikmedi: "Ülen, sen bizi batırmaya mı çalışıyorsun, dürzi?"

Sağdan soldan milletvekilleri de rating şirketini kınadı. Ülkenin bu kadar birlik olduğu başka an zor bulunurdu.

Cuma akşamı 8 gibi Başkan da şirketi kınamasın mı. Milli birlik ve beraberlik tamamen sağlanmıştı artık.

Ama çok geçmeden ilk çatlak ses muhalif bir vekilden geldi. Başkanı uyarıyordu. Ekonomik büyümeyi sağlayamadığı ve işsizliği azaltamadığı için aynen şöyle diyordu Başkana: "Beceriksizsin!"

Bir diğer muhalefet milletvekili de ondan gaz almış olsa gerek, o da Başkana yüklendi: "Sende liderlik eksikliği var!"

Başka bir muhalefet vekili "Maliye Bakanı derhal istifa etmeli!" diye seslendi Başkana.

Muhalefete yakın bir yorumcu ise bakın Başkana nasıl yüklendi: "Sen şimdi bir yakalama kararı çıkarırsın bu şirket hakkında!" Ahali bile şaşırmıştı. Tamam, kayyum geliyor yorumları yapılıyordu.

Piyasa analistleri kaygılıydılar: "Bu iş Merkez Bankasını faiz artışına zorlayabilir!"

Başka bir analist şöyle dedi: "Bizde son on yıldır açık hep yüksek zaten; bu karar fazlasıyla politik!"

Borsa hemen düştü tabi. Devlet tahvilleri hiç etkilenmedi, hatta değer kazandı. Ülke parası da euro ve pound karşısında değer kazandı. Piyasalar rating indirimini pek önemsememiş gibiydi.

Ama dananın kuyruğu birkaç gün sonra koptu. Adalet Bakanlığı rating şirketi hakkında inceleme başlattı.

Çok geçmeden hükümetin tazminat davası geldi: Ülkeyi zarara uğratmaktan 5 milyar dolar...

Hikayenin geri kalanını merak edenler eski haberleri açıp okuyabilirler. Ekonomiye uzak olanlar için hemen bir hatırlatma yapalım. Tüm bunlar ülkemizde yaşanmadı. ABD'nin 2011'de notunun düşürülmesi sonrasında ABD'de yaşandı. Anlatılan hikaye ve aktörler tamamen gerçektir. Hatta söylenilen sözler ve yapılan yorumlar bile hemen hemen bu kıvamdadır.

Bizdeki yorumların da benzer olması dikkatinizi dağıtmasın. Bu rating işi dünyanın her yerinde maalesef böyle. Fazlasıyla çığırtkanlık içeriyor ve gerçeklikten kopuk. O nedenle gereğinden fazla abartmaya hiç gerek yok.

Ekonomistlere göre deprem neden oluyor?


Son günlerdeki deprem haberleri yine herkesi tedirgin etti. Depremi haber veren bir sistemi maalesef hala hayata geçirebilmiş değiliz. Deprem korkusu evrensel bir korku olarak varlığını sürdürmeye bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.

Ekonomi bilimi hayatın her sorununa çözüm bulabileceği ile övünüyor. Ne dersiniz, acaba depreme de çözüm bulabilir mi?

Elbette ki!

Ekonomistlere göre deprem neden oluyor?

Adam Smith
Camianın "Edim" değil "Adam" Smith olarak tanıdığı modern kapitalizmin fikir babasına göre depremin tek sebebi görünmez eldir. Zaten depremin olacağı evimize bedeva ekmek ve makarna getiren iyi niyetli fırıncının gelişinden belliydi.

Karl Marx
Foucault'nun, "bu dünya insanlarının birbirleriyle şey etmesinin tarihidir," dediği Karl Marx'a göre depremin tek nedeni asgari ücretle çalıştırılan ve bir de üzerine bireysel emeklilik hesabı açtırılan işçilerdir. Zavallı işçi katkı payı ile parası buharlaşırken, katkı payı ile katı olan her şeyin buharlaşacağını da anlamış oluyor.

Ludwig von Mises
Ona göre Marx deprem işinden hiç anlamıyor. Depremin sebebi emeğin kapital ile yönetilmemesidir. Hatta bu hususta çok ciddidir: Her kim yaşamayı ölüme, mutluluğu çile çekmeye, huzuru ızdıraplara tercih etmekte ise üretim araçlarındaki özel mülkiyeti hiç tavizsiz savunmalıdır. Yani kısaca demek istiyor ki; ver malı ellere, vur popoyu yerlere!

John Maynard Keynes
Keynes'e göre depremin sebebi devletin müdahale etmemiş olmasıdır. Eğer devlet müdahale etseydi deprem olmazdı. Bu basın açıklamasının ardından kendisine, "Depremle devletin ne ilgisi var?" diyen gazeteciye de aynen şu yanıtı vermiştir: "Beğenmiyorsan, kendi teorini kendin yaz."

Milton Friedman
Bu sözden kendisine vazife çıkaran Friedman, Keynes'e tavır alarak aynen şöyle demiştir: "Depremin sebebi devletin müdahale etmesidir. Devlet müdahale etmeseydi deprem olmazdı." Bedava öğle yemeğinin olmadığını devletin müdahalesinden anlamış oluyoruz.

Thorstein Veblen
Veblen'e göre karakteri bozuk kültürsüzler, gösteriş amaçlı tüketim, özel mülkiyet ve parası bol aylaklar depremin alametidir. Veblen oldukça karamsar bir ekonomisttir. Artık küçük buhranlar olmayacak, büyük buhranlar olacak diyerek büyük bir deprem beklediğini de her fırsatta belirtmiştir.

Herbert Simon
İnsan beyninin yetersizliğini ekonomi alanında ilk fark eden oydu. "İnsan beyni kısıtlı çalışır; her şeyin cevabını bilemez; atar tutar; o zaman ben de atayım," diyerek depremin asıl sebebini şöyle özetlemiştir: "Deprem ateistler yüzünden oluyor." Neden mi? Çünkü eğer bir sofuysan böyle bir açıklamadan çıkar elde ediyorsun da o yüzden.

Nouriel Roubini
Roubini'ye göre depremin sebebi çok fazla kişinin konut kredisi alması ve sonra da taksitlerini ödeyememesidir. Hatta bu durum deprem değil kıyamettir. Beklenen İstanbul depremini şu an dünya üzerinde bilecek ikinci kişi muhtemen Roubini'dir; Allah karamsar yorumlarına zeval vermesin! İlk kişi mi? Elbette ki Ağaoğlu; evler satılmazsa depremin şiddetini sen seç artık!

Thomas Piketty
Dünyada hiç kimsenin baştan sona okuyup bitiremediği ilk best-seller ekonomi kitabını yazan ekonomisttir. Ülkemizdeki binlerce kişinin de "Şu çılgın Türkler" zannedip kitabı satın aldığı, 50 sayfa okuyup rafa kaldırdığı bilinmektedir. İşte, bu efsane ekonomiste göre depremin sebebi faiz yiyenlerdir. Neymiş, faiz oranı büyüme oranından büyükse zengin daha zengin olurmuş. Hadi ordan! İlk bir milyonu sorma, gerisini anlatayım.

Daniel Kahneman
Davranışsal finansı başımıza musallat eden bu ekonomiste göre depremin sebebi ekonomik içgüdüleri ile karar vererek sahip olduğundan daha çok harcayan insanlardır. Bu görüşünü de deneysel bir örnekle şöyle açıklıyor: "Kadın giyim reyonunu ikinci kata değil de giriş katına, erkek giyim reyonunu giriş kata değil de ikinci kata koyarsanız depreme neden olursunuz." Hamdolsun, bizde hepsi doğru yerde!

George Akerlof
Akerlof'a göre deprem asimetrik bilgi meselesidir. Çarpık arabayı yeni fiyatına satan dolandırıcı satıcılar yüzünden olur. İyi de canım abim, biz zaten geliş fiyatına bırakıyoruz. Bırak bu ayakları, olası depremin tek nedeni senin eşindir. Janet Yellen faizi arttırırsa yedi nokta sekiz ile sarsıldık demektir.

Gary Becker
Bu ekonomistimize göre deprem tahminciliği işi çok abartılmıştır. Bu hususta şöyle der: İki tip (deprem) tahminci vardır; bilmeyenler ve bilmediğini bilmeyenler. Hatta daha da ileri gider ve şunu ekler: "Deprem tahminciliği (iktisat) mesleği, kelimeleri özenle seçiyorum, iflas etmiştir. Ya Topraam, ayıp oluyor ama!

Frederic Bastiat
Bastiat, konuya farklı bir bakış açısından bakar ve hükümete bir dilekçe yazar. Dilekçe aynen şöyledir: "Ekonomik, finansal, siyasi, ahlaki ve bilimum krizlerin üreticilerinden hükümete dilekçe; depremin sebep olduğu haksız rekabeti derhal kaldırınız. İmza, ekonomistler."

Depremsiz ve ekonomistsiz bir hayat dileklerimizle...

Bu finans sistemi herkesi şaman yapar!

01:05 Posted by Hacker62 , , , No comments
Şaman
Bankaların aldığı faize bir eleştiri de Başbakandan geldi. Faizlerin düşürülmesi gerektiğini vurgulayarak, "Ya bunu kendiliğinizden yaparsınız, ya da bunu size yaptırırız," dedi. Kararlılık yüksek görünüyor. Ne dersiniz, sizce faizler bu kez düşürülebilecek mi?

Modern antropolojinin kurucusu kabul edilen Alman antropolog Franz Boas, Vancouver Adasında binlerce yıldır yaşayan Kwakiutl yerlilerinin en büyük şamanı Quesalid'in (Kesalid olarak telaffuz ediliyor) hikayesini anlatır. Yerli kabilelerde şamanlar rahip, doktor ve bir rock yıldızı karışımı iyi para kazanan kişilerdir.

Kesalid gençliğinde asi bir adamdır ve şamanların zenginliklerine öfkelidir. Ona göre şamanlar düşkün, savunmasız ve akılsız kişilerin sırtından geçinen sahtekarlardır. Kesalid şamanların foyalarını ortaya çıkaracak bir plan yapar: önce güvenlerini kazanarak sırlarını öğrenecek, sonra da bunları açığa vurarak onları güçlü konumlarından edecektir. Hemen işe koyulur.

Kabilesindeki şamanlardan biri onu çıraklığa kabul eder. Beklenildiği gibi Kesalid'e öğretilenler aldatma üzerinedir. Kesalid kısa sürede tüm teknikleri öğrenir. Tüm şamanlık ritüeli bir kandırmaca üzerine kuruludur. Artık öğrendiklerini herkese duyurarak şamanları tahtından etmenin zamanı gelmiştir.

Fakat tam o anda beklenmedik bir şey olur. Kesalid'in şaman çıraklığı yaptığı duyulur ve bir aile hasta oğullarının iyileştirilmesi için Kesalid'ten yardım ister. Ailenin çaresizliğini gören Kesalid bu isteği geri çeviremez. Şamanın yanında öğrendiği aldatma tekniklerini kullanarak çocuğu tedavi eder. Bunun karşılığında büyük hediyelere boğulur.

Kesalid istemeden de olsa şaman çıraklığından şamanlığa geçmiştir. Ama bundan daha önemlisi şamanlara muhalifken bir anda büyük bir şaman olup çıkmıştır.

Şüphesiz ki Kesalid'in hikayesi bizimkinden bambaşka bir topluma aittir. Ne dersiniz, sizce de öyle mi?

Kesalid'in ayrıntılı hikayesini merak edenler Ian Leslie'nin çok satan kitabı Doğuştan Yalancı'yı (Born Liars) okuyabilirler. Biz baştaki konumuza geri dönelim. Ülkemizde faiz indirmesi istenilen bankalar, ki bunların devlet bankaları dışında kalanlar olduğunu düşünüyoruz, neredeyse tamamına yakınının yabancı bankalar olduğunu bilmeyen yoktur herhalde. Yani sahipleri dünyanın en büyük finans kuruluşları olan bankalar. Hani aylardır yöneticilerimizin Amerika Avrupa demeden peşlerinden koşturduğu ve Türkiye'nin ne kadar yatırım yapılabilir bir yer olduğunu anlatmaya çalıştığı finans kuruluşları. İngilizce bilen tüm yöneticilerimizin dilleri döndüğünce ülkemiz finans piyasasının mükemmelliğini anlattıkları finans kuruluşları. İşte, şimdi o finans kuruluşlarına Türkçe diyoruz ki, faizi düşür.


Eğer politik kapitalizm ve finans sisteminin nasıl işlediği hakkında birazcık bilgi sahibiyseniz faizin indirilip indirilmeyeceğini zaten anlamışsınızdır. İlave bir yoruma gerek yok sanıyoruz. Biz sadece Kesalid'in hikayesine son noktayı koyalım: Bu finans sistemi herkesi şaman yapar!