Ekonomik ve Mali Analiz

29 Ekim 2016 Cumartesi

Sayıştay Denetçi Yardımcısı

Sayıştay
Sayıştay Başkanlığının görev alanına giren konularda yapılacak denetim ve inceleme faaliyetlerini yaparak gerekli raporları hazırlama ve ilgili mevzuatı uyarınca verilen diğer görevleri yerine getirmek üzere, Sayıştay Denetçisi olarak yetiştirilmek amacıyla Sayıştay Denetçi Yardımcısı istihdam edilmektedir. Sayıştay Denetçileri ve Yardımcıları Sayıştay meslek mensubu sayılmaktadırlar.

Denetçi yardımcılığına atanma

Yapılacak Denetçi Yardımcısı Adaylığı Giriş Sınavı sonucunda başarılı olanlar arasından, başarı sırasına göre, duyurulan kadro sayısı kadar atama yapılır.

Ataması yapılacakların, atama işlemlerine ilişkin istenecek belgeleri süresi içerisinde sunmamaları halinde, atamaları gerçekleştirilmez.

Aylık ücretleri

Denetçi yardımcıları, hakim ve savcı adayları gibi aylık ve ek ödeme alırlar. (Ek ödemeden sosyal güvenlik kesintisi yapılması konusunda yaşanan tereddüt Meclise sunulmuş olan kanun teklifinin yasalaşmasıyla giderilecek olup, buradaki hesaplamamızda ek ödemeden sadece damga vergisi kesilmiştir).

2016 yılının ikinci 6 aylık döneminde göreve başlayacak olan bekar ve çocuksuz Denetçi Yardımcısı Adayı, aylık olarak Net 4.188 TL ücret alacaktır.

Giriş sınavında başarılı olup da atanamayanların durumu

Uygun görülmesi halinde; giriş sınavını kazandığı kendilerine bildirilenlerden idarece verilen süre içinde başvurmayanların, ataması yapıldığı halde göreve başlamayanların veya göreve başlamakla birlikte iki ay içerisinde ayrılanların yerine, sınavda başarılı olup da atama yapılacak kadro sayısından fazla oldukları için ataması yapılamayanlar arasından, başarı sırasına göre atama yapılabilir.

Giriş sınavında başarılı olup da atama yapılacak kadro sayısından fazla oldukları için ataması yapılamayanlar, giriş sınav sonucunun ilan tarihinden itibaren dört ay geçmesiyle haklarını kaybetmiş sayılırlar.

Denetçi yardımcısı adaylığı ve denetçi yardımcılığı

Denetçi Yardımcıları, adaylık dönemi içerisinde Denetçi Yardımcısı Adayı, adaylık dönemi sonrasında ise Denetçi Yardımcısı olarak adlandırılmaktadır.

Denetçi yardımcılarının mesleki eğitim ve staj süresi en az iki en çok üç yıldır. Bu sürenin en az bir en çok iki yılı ise adaylık dönemidir.

Adaylık süresi sonunda; haklarında olumlu değerlendirme raporu düzenlenenler denetçi yardımcılığına atanırlar. Değerlendirme raporları olumlu olmayanların ise görevine son verilir.

Mesleki eğitim ve staj

Mesleki eğitim ve staj süresi, denetçi yardımcısı adayı ile denetçi yardımcısı sayısına ve işin gereklerine göre mevcut denetim gruplarında veya eğitimle ilgili gruplarda geçirilir.

Denetçi yardımcısı adayları ve denetçi yardımcıları, kabule değer özürleri olmadıkça mesleki eğitim ve staj faaliyetlerine katılmak zorundadırlar.

Mesleki eğitim kapsamında okutulacak ders gruplarından herhangi birinin yarısına veya staj faaliyetlerine ayrılan sürenin üçte birine devam edememiş olanlar eğitim dönemini tamamlamamış sayılır. Bunların mesleki eğitim ve stajları takip eden eğitim ve staj döneminde, bu mümkün olmadığı takdirde Kurum tarafından belirlenecek tarihlerde tamamlattırılır.

Yeterlik Sınavı ve Denetçiliğe Atanma

Denetçi yardımcılarının denetçiliğe atanabilmeleri için mesleki eğitim ve staj sonunda yapılacak sınavda başarılı olmaları ve haklarında yapılacak değerlendirmenin olumlu olması şarttır.

Yeterlik sınavı sonunda;

a) Başarılı sayılmak için gerekli not ortalamasını tutturdukları halde en çok iki ders grubundan 50'den aşağı not alanlar, başarısız oldukları ders gruplarından,

b) Başarılı sayılmak için gerekli not ortalamasını tutturamayıp aynı zamanda bir ders grubundan 50'den aşağı not alanlar, başarısız oldukları ders grubu ile istemeleri halinde not ortalamasını yükseltmek için seçecekleri en çok 2 ders grubundan,

c) Ders gruplarından 50'den aşağı not almadıkları halde başarılı sayılmak için gerekli not ortalamasını tutturamayanlar, not ortalamasını yükseltmek için seçecekleri en çok 3 ders grubundan,

sınav sonuçlarının ilanından itibaren 3 ay içinde açılacak bütünleme sınavına girerler.

Yeterlik sınavını kazanan ve durumları olumlu değerlendirilen denetçi yardımcıları meslek kıdemine esas süreleri aynı olanlar için kıdem sırasına esas olmak üzere başarı derecelerine göre denetçiliğe atanırlar. Kıdem sıralamasında bütünleme sınavına girenlerin kıdem sıralaması bütünlemesiz geçenlerden sonra gelecek şekilde değerlendirilir.

Sınavlarda başarısız olma hali

Sınavlarda başarılı olamayanların meslek mensupluğu ile ilişiği kesilir. Bunlardan talepte bulunanlar, uygun görülmeleri halinde Sayıştay Başkanının onayıyla idari personel olarak atanır.
Sayıştay Denetçisi, anayasa ve kanunlarla Sayıştay'a verilen inceleme, denetleme ve raporlama görevlerini yerine getirmekle görevlendirilmiştir. Yargısal yetki ile donatılan ve anayasanın yargı bölümü altında yer alan Sayıştay, TBMM adına kamu dış denetimini yürütmesi nedeniyle tüm dünya sayıştayları gibi yüksek denetim örgütü kimliğine sahiptir. Sayıştayların uluslararası örgütü INTSAI standartlarında belirtildiği üzere mali ve performans denetimleri ile denetim destek gruplarındaki çalışmalarıyla yerine getirirler. Sayıştay denetçilerinin görev yeri Ankara'dır.

GÖREV VE SORUMLULUKLARI

Anayasa, Sayıştay'a ve bu bağlamda Sayıştay denetçilerine; merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının gelir, gider ve mallarını TBMM adına denetlemek, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak, mahalli idarelerin hesap ve işlemlerini denetleyip kesin hükme bağlamak, kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmak, TBMM'ne kesin hesap kanun tasarıları hakkında uygunluk bildirimi sunmak görevlerini vermiştir.
Genel olarak Sayıştay denetçisinin görev alanına giren kurum ve kuruluşlar şunlardır;
-Merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri
-Sosyal güvenlik kuruluşları
-Mahalli idareler
-Kuruluş kanunları veya diğer özel kanun hükümleri gereğince Sayıştay denetimine tabi kurumlar
-Döner sermayeler ve fonlar

ÖZLÜK HAKLARI ve MAAŞLARI

Sayıştay denetçilerinin mali ve sosyal hakları genel olarak Devlet Memurları Kanunu'nda, Sayıştay Kanunu'nda ve Hakimler Savcılar Kanunu'nda düzenlenmektedir. 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun ek geçici 1.maddesine göre; Sayıştay meslek mensupları aylık, ödenek, mali, sosyal ve diğer özlük hakları bakımından; kıdem sınıf ve derecesindeki birinci sınıf, birinci sınıfa ayrılmış, ikinci sınıf ve üçüncü sınıf hakim ve savcılar hakkındaki hükümlere tabidirler.
Sayıştay Denetçileri diğer memurlardan farklı olarak 3 yılda değil, 2 yılda bir derece almaktadırlar. Denetçiler, belki ilk yıllarda olmasada kısa süre sonra lojmanda oturma olanağına kavuşmaktadırlar. Ankara'nın çeşitli semtlerinde bulunan lojmanlar denetçilere görev tahsisli olarak verilmektedir.
Yardımcılık döneminde verilen eğitim, performans denetim eğitimi, ilerleyen yıllarda yapılan uygulamalar sonucunda kazanılan deneyim, Sayıştay denetçilerini hem kamu sektöründe hem de özel sektörde çalışabilecek duruma getirmektedir.


Sayıştay denetçileri yeterlilik sınavını geçtikten sonra yeminli mali müşavirlik sınavına girebilirler. Sınavı kazandıktan sonra 8 yıl aha çalıştıkları takdirde yeminli mali müşavir ruhsatı alabilmektedirler.

YURTDIŞI İMKANLARI

Denetçiler denetim amacıyla yurtdışına  gönderildikleri gibi, yabancı dil eğitimi amacıyla da gönderilmektedirler. Ayrıca denetçileri, gösterdikleri performans dikkate alınarak meslekleri ile ilgili araştırma yapmak üzere yurt dışına gönderme olanağı bulunmaktadır

28 Ekim 2016 Cuma

Sen Friedman'ı seversin ama cenazene Keynes gelir

08:43 Posted by Hacker62 , No comments
Milton Friedman, Monetarizmin oluşumunda ve tanıtımında en önemli isimdir. 1976 yılında "Paranın Miktar Teorisi üzerine çalışmalar" adlı kitabında Monetarizmin temel ilkelerini ortaya koymuştur. Amerika'daki Devlet okullarında öğrencilere ücretsiz öğle yemeği verilmesi tartışmaları sırasında söylediği "There is no such thing as a Free Lunch" (Bedava öğle yemeği diye bir şey yoktur) sözü monetarist ekonomi'ye inananların ana tartışma ekseni oldu.

Milton Friedman kendisine Nobel Ekonomi Ödülü verilirken yaptığı konuşmada "enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgu olmuştur" sözüyle parasal genişleme - enflasyon arasındaki sıkı ilişkiye vurgu yapmıştır.

Friedman ayrıca bir ekonomik durgunluk ya da bunalım döneminde bir şekilde "ipleri elinde tutmak" şeklindeki dinamik agresif bir para arzı genişlemesinin etkili olmayacağı düşüncesinden hareketle ortaya atılan "para önemli değildir" tarzındaki hakim Keynesyen düşünceyi ortadan kaldırmak istemiştir.

Friedman ve diğer Monetaristlerden Schwartz, para politikasının hem genişlemelerde hem de daralmalarda gerçekten etkili olduğunu göstermişlerdir.

Milton Friedman'ın para ekonomisi üzerine yaptığı çalışması,1960'larda ve 1970'lerde enflasyon tehlike sinyalleri vermeye başladıkça, giderek önemli ve uygulanabilir hale geldi. Friedman'a göre ileri ülkelerde 1970'lerden sonra baş gösteren krizin asıl nedeni John Maynard Keynes'ten esinlenerek uygulamaya sokulmuş konjonktür politikalarıdır.

Yüksek düzeyde istihdam oluşturmayı esas almış olan konjonktür politikalar, gevşek politikasından doğan etkilerle ekonomileri raydan çıkararak istikrarsızlığı yaygınlaştırmıştır.

1970'lerin ve 1980'lerin başlarında Monetaristler gerek Akademik ve gerekse politik çevrelerden birçok taraftara toplayarak düşüncelerini yaymışlardır. Onlara göre 1970'li yıların sorunu olan işsizlik ve enflasyonun sebebi uygulanan gelişigüzel para politikalarıdır. Ekonomik istikrarsızlığın kaynağı ise para arzındaki düzensiz dalgalanmalardır
Monetarizmin temel ilkeleri: 
Para arzındaki büyüme oranı ile nominal gelirin büyüme oranı arasında çok kesin olmamakla birlikte bir ilişki bulunmaktadır.
Bu ilişki çok kesin değildir çünkü para arzındaki artışların geliri etkilemesi zaman alır. Ayrıca, bunun ne kadar süreceği de belli değildir.
Ortalama olarak para arzındaki artış, nominal gelirleri yaklaşık 6 ve 9 ay arasında geçecek bir süre sonunda etkiler.
Nominal gelirin büyüme oranındaki artış etkisi, kısa dönemde (5 veya 10 ay kadar bir sürede) ilk olarak üretim üzerinde görülür. Bu daha sonra, 10 ayı aşan bir sürede, fiyatlara yansır.
Ortalama olarak, para arzındaki artış ile enflasyon arasındaki toplam gecikme 12-18 ay arasındadır.

Miktar Teorisi
Monetarizm, esasen bu ilkeleri ile klasik iktisatçıların açıkladıkları Miktar Teorisini yeniden ön plana çıkarmıştır. Bununla birlikte monetaristler Klasik Miktar Teorisi'ni bazı yönlerden eleştirmişler ve bu teorinin enflasyonu açıklamak için yeterli olmadığını öne sürmüşlerdir. Monetaristlere göre, MV=PT şeklinde ifade edilen klasik miktar teorisi formülünde yer alan paranın dolaşım hızı (V) sabit değil, aksine bazı değişkenlerin istikrarlı bir fonksiyonudur. Friedman’ ın analizleri ile geliştirilen monetarizme aynı zamanda “Modern Miktar teorisi” adı da verilmektedir.

John maynard keynes şöyle der “iktisatçı ve siyasal düşünürlerin fikirleri, ister doğru olsun ister yanlış olsunlar, genel olarak sanıldığından çok daha etkili ve güçlüdür”. Özellikle final ve vize dönemlerinde iktisat öğrencilerinin en çok sövgüsüne mazhar olan keynes, hem iktisat bilimine akademik katkısı hem de dünya ekonomisine özellikle büyük buhran dönemindeki politik katkıları nedeniyle en önemli iktisatçı olarak görülmektedir. İktisadın babası adam smith ise, makro iktisat’ın babası da keynes’tir.

Keynes 1883 yılında yani karl marx’ın öldüğü tarihte cambridge’te dünyaya geldi. Babası john neville keynes’de iyi bir iktisat ve mantık hocası idi. Winston churchill’in, “büyük adamların çocuklukları genelde mutsuz ve acılı geçmiştir” teorisinin tersine keynes’in çocukluğu gayet zenginlik ve mutluluk içersinde geçmişti. Yani o zaman ingiltere’sinin kaymak tabakasından bir aileden gelmekteydi. Keynes king’s college’da okurken ünlü düşünürler bertrand russell ve george edward moore’un etkisinde kalmıştır. Moore’un “insanın en önde gelen amaçları, sevmek, estetik güzellikler yaratmak, bunların zevkine varmak ve bilgi peşinde koşmaktır” sözlerine uygun minvalde yaşantısını sürdürmüştür.

Keynes’in iktisata yönelmesini asıl sağlayan kişi ise 1885-1925 arasında iktisat dünyası için bir peygamber olarak görülen alfred marshall’ın principles adlı kitabıdır. Bu kitap özellikle üst düzey yeteneği ve aklı olmayan insanların da iktisat biliminden uzaklaşmasını sağlamaktadır. Keynes gibi bir deha ise bu kitapla birlikte iktisat biliminin sınırları içine girmeyi başarmıştır.

1905 yılında university of cambridge’i bitiren keynes, açılan memuriyet sınavında ekonomi sorularında başarılı olamayınca, sınavı düzenleyenler için, “herhalde benden daha az ekonomi biliyorlardı” demiştir. Ardından denizaşırı ülkeler sınavını kazanan keynes, john stuart mill gibi iktisatçıların fikirlerini şekillendiren, müthiş zenginlikler ve müthiş sefaletlerin eşanlı yaşandığı, doğu hind şirketi’nin sömüre sömüre bitiremediği hindistan’a gider. 

Burada tecrübe kazanan keynes, alfred marshall’ın torpili ile kazandığı bursla cambridge’de lisan üstü eğitime başlamıştır. Birinci dünya savaşı ile birlikte, cepheye gitmeyi yeğlemeyen keynes hazine bakanlığı’nda memuriyete başlar. Burada başarılı işler yapan keynes, savaş sonunda toplanan barış konferansı’na giden heyet arasında kendine yer bulur. Paris barış konferansı’nda mağlup ülkelere dayatılmak istenen yüklü savaş tazminatlarına karşı çıkarak heyetten istifa etmiştir. Ona göre almanlar’dan ödeyebileceklerinin üzerinde tazminat istemek avrupa’nın kendi kendini cezalandırması idi.

Bu tavrı nedeniyle ingiliz hükümeti ile ilişkileri bozulan keynes bundan sonraki 20 yıl boyunca bir sigorta şirketinin müdürlüğünü yapıp, hisse senedi, döviz, emtia alıp satmak gibi finansal araçlarla uğraşmıştır. Kamu görevlerinden dışlanan keynes’in avantajı ise her ağzına geleni söyleyebilmek olmuştur.

Ayriyeten o dönemin adriana lima’sı olan yıldız rus balerin lydia lopokova ile evlenme fırsatını da yakalamıştır. Dönemin magazin sayfalarında bu evlilik için “aklın ve güzelliğin eşsiz birleşimi” denilmekte idi. 

Keynes’in yazıp çizmesinden en çok zarar gören kişi hiçbir zaman yıldızının barışmadığı winston churchill olmuştur. Savaş sonrası churchill’in sterlinin değerini savaş öncesi altın ve dolar kuruna göre belirlemesini budalalık olarak gören keynes, churchill’in “yanılgıya düşmesini engelleyecek içgüdüsel yargı yeteneğinden yoksun olduğunu belirtmişti. Ancak oldukça yüksek belirlenen bu kur yüzünden ingiltere müthiş bir dış ticaret ve işsizlik sarmalına girmişti. Keynes’in öngörüleri gerçekleşmişti.

24 ekim 1929 yani kara perşembe denilen o uğursuz gün ile başlayan büyük ekonomik kriz on yıldan fazla bir zaman tüm dünya piyasalarını olumsuz yönde etkilemiştir. 1933 yılında o dönemki başkan franklin roosvelt’e mektup yazan keynes hiçbir alçakgönüllülük göstermeden, bu krizden hükümet harcamalarını arttırmak suretiyle çıkılabileceğini salık veriyordu. Oysa amerika başkanından gerekli ilgiyi görmemişti. 

Keynes vazgeçmedi ve1936 yılında wealth of nations’dan sonra iktisat aleminin en önemli ikinci kutsal kitabı olan the general theory of employment interest and money’yi yayımladı. Klasiklerin ekonomik krzilerin kendiliğinden bir süre sonra çözüleceği teorisi tutmamış nerdeyse 10 yıl geçmişti. Keynes bu kitapta ekonominin eksik istihdam ile de dengeye gelebileceğini savunmuştur. Ona göre tedavi için hükümet borçlanmalı ve altyapı yatırımlarına girişmeli, harcamalarını çok fazla arttırmalıydı.

Mektupla amerika’ya giremeyen keynes kitabı ile amerikan üniversitelerine girmiş ve buralarda peygamber olarak görülmekteydi. Özellikle harvard üniversitesi keynes’in fikirlerinin yayılımı için bir kilise işlevi görmüştür. Meşhur joseph a. Schumpeter keynes’i hiç sevmese de fikirlerini üniversitede anlatmasına hiç karşı çıkmamıştı.

Harvard’da olgunlaşan fikirler keynes hayranı bürokrasiye yakın genç iktisatçılar tarafından washington’a taşınmıştır. Özellikle 1930’ların sonlarında roosevelt’in ekonomik danışmanı olan lauchlin currie ve meşhur iktisatçı alvin harvey hansen, keynes’in düşüncelerini amerika üzerinde deneme olanağı buldu. İkinci dünya savaşı için müthiş silah yatırımları yaparak, işsizliği yenen hitler almanya’sı, keynes’in fikirlerinin alelacele amerika’da da uygulanmasına yol açtı. Sonunda büyük krizden çıkılmıştı. 

Amerika işsizliği yenmiş ama başka uyuyan bir dev olan enflasyonu sanki kış uykusundan uyandırıyordu. Keynes müthiş zaferini geç te olsa kazanmıştı. Enflasyonun savaşa özgü bir durum olduğu o dönemki iktisatçılar tarafından kabul edilmişti. 

1944 yılında new hampshire’daki bretton woods isimli kasabada, altın sistemi ve savaş tazminatları hususlarında devletlerle devletler arasında değil ama devletler ile keynes arasında bir toplantı tertip edildi. Bu konferans ile ımf ve dünya bankası ıbrd kuruldu. Savaş mağlupları cezalandırılmayacak, o ülkelerin yeniden imarı sağlanacaktı. Nitekim marshall planı ve yardımları hep keynes fikirlerinin ürünüdür.

Keynes bir kriz ve zengin ülke iktisatçısıydı. Çözümleri yoksul ülkelerde yatırım yapacak para olmadığından geçerli olamıyordu. Keynes işsizlik ve bunalıma çare olmuştu ama enflasyona karşı değil. Yine de1946 yılında hayatını kaybeden sör keynes herkes tarafından bu bilimin babası olarak görülmeye devam etmektedir.

Keynesten bir demeç : 

1930'da yazdığı "torunlarımızın ekonomik olanakları" adlı denemesinde, mevcut ekonomik gerçekliğin ahlaki normlar üzerindeki belirleyici etkisine ve bu durumun değişebileceğine dair şöyle umut dolu bir öngörüsü vardır: "servet biriktirmek artık toplumsal önemini yitirdiğinde ahlak kurallarında da büyük değişiklikler olacak. İki yüzyıldan beri en çirkin insani özellikleri en yüce erdemler konumuna yükseltmemize neden olarak bize kabus yaşatan sahte ahlak kurallarının pek çoğundan kurtarabileceğiz kendimizi. Para olgusunu gerçek değerinde kavrama cesaretini gösterebileceğiz. Para edinme tutkusunun -hayatın keyifli yanlarına ve gerçekliklerine ulaşma aracı olarak para edinme tutkusunun- ne demek olduğunu kavrayacağız: hayli ölümcül bir hastalık, ürpererek ruh hastalıkları uzmanına başvurmamıza neden olan, hem suç, hem de hastalık eğilimini içeren o dürtülerden biri olduğunun farkına varacağız. Bütün çirkinliklerine ve adaletsizliklerine rağmen sermaye birikiminin teşviki için olağanüstü yararlı olduğundan halen yüksek bedeller ödeyerek sürdürdüğümüz ve servet, ekonomik ödül, yaptırım dağılımını etkileyen tüm sosyal gelenekleri ve ekonomik pratikleri nihayet özgürce def edebileceğiz."

Okun yasası

08:01 Posted by Hacker62 No comments
Arthur Okun

Okun yasası, ekonomide bir ülkedeki işsizlikle, ülkenin üretimindeki azalmayı gözleme dayalı olarak açıklayan ilişkilendirme. Aralık modeline göre işsizlik oranındaki her %1'lik artış, ülkenin GYH'sinin potansiyelinden yaklaşık %2 uzaklaşmasına yol açar. Fark modeli ise, yılın çeyreklerinde işsizlikteki değişmelerle, reel GYH değişmelerin korelasyonunu açıklar. Yasa adını 1962 yılında bu ilişkileri ortaya atan Arthur Okun'dan almıştır.

Amerikan ekonomisine ilişkin büyüme ile işsizlik rakamlarını inceleyen Arthur Okun, reel büyüme oranının yüksek olduğu yıllarda işsizlik oranının düştüğünü, aksine reel büyüme oranının düşük düzeyde kaldığı hatta negatif olduğu yıllarda, işsizlik oranının arttığını saptamıştır. Arthur Okun'un reel büyüme oranı ile işsizlik arasındaki ilişkiyi bir formülle ifade etmesi, bu görüşün daha sonra Okun yasası diye ifade edilmesine neden olmuştur. Okun yasası, reel büyüme hızının %2,25'in üzerine çıktığı yıllarda, reel gelirin %2,25 oranının üzerindeki her %1’lik artışının, işsizlik oranında %0,5’lik bir azalma sağladığı şeklindedir.


Örneğin milli gelirde %5,25'lik artış olduğu bir yılda, işsizlik oranı %1,5 oranında azalmaktadır (%5,25 - %2,25 = %3 ve %3/2 = %1,5). Okun yasası olarak ifade edilen bu ilişkinin, yıllık nüfus artış hızının %1 civarında olduğu ABD için geçerli olduğunu belirtmek gerekir. Gelişmekte olan ülkelerde de böyle bir oransal ilişkiyi saptamak mümkün olmakla birlikte, bu grup ülkelerde nüfus artış hızı fazla olduğundan, reel büyüme hızından çıkarılması gereken oran %2,25'ten daha yüksek ve her ilave %1'lik reel büyüme hızı nedeniyle işsizlik oranındaki azalma da %0,5'ten az olacaktır.

Fisher etkisi

07:42 Posted by Hacker62 , , No comments
Irving fisher
Önce bir denklem verelim: i=r+e. Burada i nominal faizi, r reel fazili ve e de beklenen enflasyonu gösteriyor.

Önce bir denklem verelim: i=r+e. Burada i nominal faizi, r reel fazili ve e de beklenen enflasyonu gösteriyor. Buna göre bir ekonomide nominal faiz, reel faiz ile beklenen enflasyonun toplamından oluşuyor. Denkleme bir başka açıdan bakarsak reel faizin, nominal faiz eksi enflasyondan oluştuğunu görürüz. Bu durumda, beklenen enflasyon da nominal faizden reel faizi çıkararak bulunacak değer olarak karşımıza çıkar. Fisher'e göre beklenen enflasyonda 1 birim gerileme olursa nominal faizler de aynı oranda geriler. Buna Irwing Fisher'in adından hareketle Fisher Etkisi adı veriliyor.

Kuşkusuz bu denklemde reel faizin sabit kabul edildiğini dikkate alarak Fisher'in bu analizinin, enflasyonun ve dolayısıyla faizin tek haneyle ifade edildiği ülkeler için yapılmış olduğunu söylememiz gerekir.
Türkiye gibi reel faizin yüzde 20-35 aralığı gibi yüksek düzeylerde dalgalandığı ülkeler açısından Fisher etkisine bazı eklemeler yapmak gerekiyor. Fisher'in öngörüsünden uzaklaşarak denklemin Türkiye açısından da geçerli olduğunu varsayalım ve sayılarla ifade edelim. Diyelim ki, beklenen enflasyon yüzde 60, reel faiz de yüzde 20 olsun. Bu durumda nominal faiz yüzde 80 olarak karşımıza çıkacak demektir: 80=20+60. Bu durumda beklenen enflasyonun yüzde 60'dan yüzde 50'ye düştüğünü varsayarsak nominal faiz de yüzde 70'e düşecek demektir: 70=20+50. Bu durumda beklenen enflasyonun düştüğü bir ortamda etkilenecek olan yalnızca nominal faiz değil aynı zamanda reel faizdir. Çünkü reel faiz risk algılamalarının sonucunda artan ya da azalan bir getiri beklentisidir.

Türkiye gibi enflasyonun çok yüksek olduğu ve siyasal istikrarın sağlanamadığı ülkelerde risk algılamalarının yüksekliği reel faizin de ister istemez yüksek oluşmasına yol açmaktadır. Dolayısıyla analizi Türkiye'ye çevirdiğimizde reel faizi sabit olarak alamayız. O nedenle risk algılamasında bir iyileşme, beklenen enflasyondaki gerilemenin nominal faiz üzerinde yarattığına benzer bir etkiyi reel faiz üzerinde yaratacaktır. Bunun en tipik örneğini 2000 yılının başlarında yaşadık. Hazine'nin iç borçlanmasına verdiği nominal faiz, enflasyon beklentisindeki olağanüstü iyileşmeyle aniden 60 puan kadar düşüverdi. Bu boyutta olmasa bile benzer bir gelişme reel faizde de ortaya çıktı. Reel faiz öylesine yüksekti ki risk algılamasında ortaya çıkan iyileşme burada da gerileme yarattı. Bunun tek nedeni uygulamaya konulan programın ve özellikle döviz kuruna yönelik belirlemelerin yarattığı risk algılaması değişimiydi. Ekonomik aktörler, programla birlikte risk algılamalarını olumlu yönde hızla değiştirmişlerdi.

Şubat krizinden sonra risk algılaması yeniden ve hızla bozuldu. Programa ve uygulamaya olan inanç kökünden sarsılmıştı. Dalgalı kura geçilmiş olması ek belirsizlikler yaratmıştı. 20 yıldan bu yana enflasyonu değil döviz kurunu, kararlarına gösterge olarak alan ekonomik aktörler, bir göstergeye dayanmaktan mahrum kalmışlardı. Üstelik Türkiye gerçekleşebileceği düşünülen risklerin çoğunu realize etmişti. Dolayısıyla artık sözle, açıklamayla beklenti düzeltecek ortam kalmamıştı.
O nedenledir ki IMF kıdemli başkan yardımcısı Stanley Fischer'ın açıklamaları beklentileri düzeltmeye ve dolayısıyla reel faizleri etkilemeye yetmedi. Dolayısıyla Fisher etkisinin yanında bir Fischer etkisi oluşmadı.

24 Ekim 2016 Pazartesi

Dizi sektörü 500 milyon dolara ulaştı

13:42 Posted by Hacker62 , , No comments

İçerde
Dizi sektörü 500 milyon dolara ulaştı

Türkiye dünyada en çok televizyon izleyen ülkelerden biri. Son verilere göre günde ortalama 5-6 saatimizi televizyon karşısında geçiriyoruz. Yüksek erişim nedeniyle de televizyon hâlâ sektörün itici gücü. Televizyonun tüm mecralar arasında reklamdan aldığı pay ise son yıllarda küçülse de, yüzde 51-52 seviyesinde. Reklam pastasındaki payı her yıl biraz daha düşen televizyon mecrası kendisi büyümese de yan sektörlerini büyütmeye devam ediyor.


+
Türkiye, dünyada en çok televizyon izleyen ülkelerden biri. Son verilere göre günde ortalama 5-6 saatimizi televizyon karşısında geçiriyoruz. Yüksek erişim nedeniyle de televizyon hâlâ sektörün itici gücü. Televizyonun tüm mecralar arasında reklamdan aldığı pay ise son yıllarda küçülse de, yüzde 51-52 seviyesinde. Reklam pastasındaki payı her yıl biraz daha düşen televizyon mecrası kendisi büyümese de yan sektörlerini büyütmeye devam ediyor.
250 milyon doları ihracattan
T.C. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nün verilerine göre Türkiye’deki yapım şirketleri her yıl 100’ün üzerinde yeni yapım üretiyor. Ortalama 15 civarında yapım ise Türkiye’yle birlikte yurtdışında da seyirci bulabiliyor. Ortadoğu, Balkanlar ve Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere 75 ülkede 70’in üzerindeki Türk dizisini 400 milyon kişi ilgiyle izliyor. Örneğin, Muhteşem Yüzyıl dünyada 250 milyon seyirci tarafından izlendi. Özellikle Çin ve Rusya gibi ülkelere girdikten sonra Türk dizi sektörü daha hızlı bir büyüme yakaladı.
2015’te Cannes’da gerçekleştirilen dünyanın en büyük televizyon programları festivalinde Türkiye’nin dizi ihracatında Amerika’dan sonra ikinciliğe yükseldiği açıklanmıştı. Türkiye geçen yıl dizi ihracatında yüzde 25’lik bir büyüme yakaladı ve 250 milyon dolarlık bir hacme yaklaştı. 2016’nın sonunda ise bu hacmin 350 milyon dolar seviyesine ulaşması bekleniyor.
Tematik, yerel ve dijital dahil halen yayın yapan Türkiye’deki yüzlerce kanaldan dizilere yatırım yapabilenler sadece yedi büyük ana kanal. Televizyon mecrasına giden toplam reklam gelirinin yüzde 80’e yakını da bu ana kanallara gidiyor. Ancak yine de kanallar arzu ettikleri büyümeyi yakalayamıyor ve zarar etmeye devam ediyor. Dizi ihracatının büyümesi bir nebze de olsa bu kanalları da rahatlatıyor. Çünkü bu kanalların büyük çoğunluğu dizileri kendileri finanse ettikleri için yurtdışı satış gelirlerinden de pay alıyor. Pek çok yapımcı ve televizyon yöneticisi resmî olarak açıklayamasa da, kanalların dizilere bölüm başı 550 ila 1,2 milyon TL arasında büyük bir bedel ödedikleri biliniyor.
Yapımcı penceresinden bakıldığında da ihracat olmasa sektörün durumu çok kötü. MediaCat Şubat sayısında söyleşisini bulabileceğiniz Ay Yapım’ın ortaklarından Kerem Çatay net olarak ifade ediyor: “Ay Yapım dizi ihracatı olmasa çok zorlanır.” Bu durum, pek çok yapımcı için geçerli.
Reyting rekabetinde diziler
Öte yandan Türkiye’de ilk yedi televizyon arasında reyting rekabeti kızışmaya devam ediyor. Daha fazla reytinge erişme yolundaki rekabet, dizilerin sürelerinin uzamasına ve maliyetlerinin artmasına neden oluyor. Ancak reklam gelirleri bu duruma paralel gitmiyor ne yazık ki. Türkiye’de dizilerin süreleri, bölüm başına 150 dakikayı bulmuş durumda. Öyle ki bir dizinin bir bölümü yurtdışına birkaç bölüm olarak ihraç ediliyor.
Dünyada eğlence ekonomisi iki trilyon doları yakalamış durumda. Bu büyük denizin içerisinde bizim dizilerin başarısı bugün itibarıyla küçük gibi görünse de Türkiye ve endüstri için büyük bir kaynak. Özellikle dizi yatırımı yapan televizyonlar yurt içinde yakalayamadıkları büyümeyi yapım şirketleriyle birlikte ihracatla dengelemeye çalışıyorlar. Dizilerimizin rakamsal büyüklüklerinin getirdiği avantajın yanı sıra ülke tanıtımına da büyük katkısı var. Diziler son dönemde Türkiye için tam bir soft power (yumuşak güç) etkisi yarattı. Turizmde ülke olarak elde edilen ilerlemede dizilerin payı çok büyük.
Yeni bir model
Dizi yapım sektörünün medya ve reklam sektörüyle birlikte tam da bu noktada yeni bir atılım yapmasının tam zamanı belki de… Yurtdışı satışları da kapsayan ürün yerleştirme ve sponsorluklar konusunda ortaya konabilecek yeni bir bakış açısı hem yapımcıların hem televizyon kanallarının maliyetlerine katkı sağlayabilir. Üstelik bu topraklardan dünya markaları çıkmasına yardımcı olabilir. Bizden söylemesi.

23 Ekim 2016 Pazar

Bir rating düşürme hikayesi!

01:55 Posted by Hacker62 , No comments
Rating
Her şey rating notunun büyük bir rating şirketi tarafından düşürülmesi ile başladı. Aslında görünümün negatif olduğunu daha önce belirtmişti şirket. Yani bu her an notunu düşürebilirim anlamına geliyordu rating literatüründe. Demek ki o zaman pek ciddiye alan olmamıştı. Fakat şimdi herkes çok kızmıştı.


Zaten bu rating şirketi önceden de mimliydi. Ülkeyi krize soktuğundan şüphelenmişti yöneticiler. Ondandır araları pek soğuktu.

Bakanlar, milletvekilleri ve diğer yorumcular hemen kararı eleştirdiler. Herkes ağzına geleni söylüyordu. Vatana ihanet etmişti bu şirket. Sen kim oluyorsun da bizim gibi güçlü bir ülkenin notunu kırıyorsun, şerefsiz!

Rating şirketi kararını şöyle savunuyordu: "E kardeşim, ben sana daha önce demedim mi, bütçe açığın yüksek, orta ve uzun vadeli planların yetersiz, zayıfsın diye."

Hükümetten yanıt gecikmedi: "Ülen, sen bizi batırmaya mı çalışıyorsun, dürzi?"

Sağdan soldan milletvekilleri de rating şirketini kınadı. Ülkenin bu kadar birlik olduğu başka an zor bulunurdu.

Cuma akşamı 8 gibi Başkan da şirketi kınamasın mı. Milli birlik ve beraberlik tamamen sağlanmıştı artık.

Ama çok geçmeden ilk çatlak ses muhalif bir vekilden geldi. Başkanı uyarıyordu. Ekonomik büyümeyi sağlayamadığı ve işsizliği azaltamadığı için aynen şöyle diyordu Başkana: "Beceriksizsin!"

Bir diğer muhalefet milletvekili de ondan gaz almış olsa gerek, o da Başkana yüklendi: "Sende liderlik eksikliği var!"

Başka bir muhalefet vekili "Maliye Bakanı derhal istifa etmeli!" diye seslendi Başkana.

Muhalefete yakın bir yorumcu ise bakın Başkana nasıl yüklendi: "Sen şimdi bir yakalama kararı çıkarırsın bu şirket hakkında!" Ahali bile şaşırmıştı. Tamam, kayyum geliyor yorumları yapılıyordu.

Piyasa analistleri kaygılıydılar: "Bu iş Merkez Bankasını faiz artışına zorlayabilir!"

Başka bir analist şöyle dedi: "Bizde son on yıldır açık hep yüksek zaten; bu karar fazlasıyla politik!"

Borsa hemen düştü tabi. Devlet tahvilleri hiç etkilenmedi, hatta değer kazandı. Ülke parası da euro ve pound karşısında değer kazandı. Piyasalar rating indirimini pek önemsememiş gibiydi.

Ama dananın kuyruğu birkaç gün sonra koptu. Adalet Bakanlığı rating şirketi hakkında inceleme başlattı.

Çok geçmeden hükümetin tazminat davası geldi: Ülkeyi zarara uğratmaktan 5 milyar dolar...

Hikayenin geri kalanını merak edenler eski haberleri açıp okuyabilirler. Ekonomiye uzak olanlar için hemen bir hatırlatma yapalım. Tüm bunlar ülkemizde yaşanmadı. ABD'nin 2011'de notunun düşürülmesi sonrasında ABD'de yaşandı. Anlatılan hikaye ve aktörler tamamen gerçektir. Hatta söylenilen sözler ve yapılan yorumlar bile hemen hemen bu kıvamdadır.

Bizdeki yorumların da benzer olması dikkatinizi dağıtmasın. Bu rating işi dünyanın her yerinde maalesef böyle. Fazlasıyla çığırtkanlık içeriyor ve gerçeklikten kopuk. O nedenle gereğinden fazla abartmaya hiç gerek yok.

Ekonomistlere göre deprem neden oluyor?


Son günlerdeki deprem haberleri yine herkesi tedirgin etti. Depremi haber veren bir sistemi maalesef hala hayata geçirebilmiş değiliz. Deprem korkusu evrensel bir korku olarak varlığını sürdürmeye bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.

Ekonomi bilimi hayatın her sorununa çözüm bulabileceği ile övünüyor. Ne dersiniz, acaba depreme de çözüm bulabilir mi?

Elbette ki!

Ekonomistlere göre deprem neden oluyor?

Adam Smith
Camianın "Edim" değil "Adam" Smith olarak tanıdığı modern kapitalizmin fikir babasına göre depremin tek sebebi görünmez eldir. Zaten depremin olacağı evimize bedeva ekmek ve makarna getiren iyi niyetli fırıncının gelişinden belliydi.

Karl Marx
Foucault'nun, "bu dünya insanlarının birbirleriyle şey etmesinin tarihidir," dediği Karl Marx'a göre depremin tek nedeni asgari ücretle çalıştırılan ve bir de üzerine bireysel emeklilik hesabı açtırılan işçilerdir. Zavallı işçi katkı payı ile parası buharlaşırken, katkı payı ile katı olan her şeyin buharlaşacağını da anlamış oluyor.

Ludwig von Mises
Ona göre Marx deprem işinden hiç anlamıyor. Depremin sebebi emeğin kapital ile yönetilmemesidir. Hatta bu hususta çok ciddidir: Her kim yaşamayı ölüme, mutluluğu çile çekmeye, huzuru ızdıraplara tercih etmekte ise üretim araçlarındaki özel mülkiyeti hiç tavizsiz savunmalıdır. Yani kısaca demek istiyor ki; ver malı ellere, vur popoyu yerlere!

John Maynard Keynes
Keynes'e göre depremin sebebi devletin müdahale etmemiş olmasıdır. Eğer devlet müdahale etseydi deprem olmazdı. Bu basın açıklamasının ardından kendisine, "Depremle devletin ne ilgisi var?" diyen gazeteciye de aynen şu yanıtı vermiştir: "Beğenmiyorsan, kendi teorini kendin yaz."

Milton Friedman
Bu sözden kendisine vazife çıkaran Friedman, Keynes'e tavır alarak aynen şöyle demiştir: "Depremin sebebi devletin müdahale etmesidir. Devlet müdahale etmeseydi deprem olmazdı." Bedava öğle yemeğinin olmadığını devletin müdahalesinden anlamış oluyoruz.

Thorstein Veblen
Veblen'e göre karakteri bozuk kültürsüzler, gösteriş amaçlı tüketim, özel mülkiyet ve parası bol aylaklar depremin alametidir. Veblen oldukça karamsar bir ekonomisttir. Artık küçük buhranlar olmayacak, büyük buhranlar olacak diyerek büyük bir deprem beklediğini de her fırsatta belirtmiştir.

Herbert Simon
İnsan beyninin yetersizliğini ekonomi alanında ilk fark eden oydu. "İnsan beyni kısıtlı çalışır; her şeyin cevabını bilemez; atar tutar; o zaman ben de atayım," diyerek depremin asıl sebebini şöyle özetlemiştir: "Deprem ateistler yüzünden oluyor." Neden mi? Çünkü eğer bir sofuysan böyle bir açıklamadan çıkar elde ediyorsun da o yüzden.

Nouriel Roubini
Roubini'ye göre depremin sebebi çok fazla kişinin konut kredisi alması ve sonra da taksitlerini ödeyememesidir. Hatta bu durum deprem değil kıyamettir. Beklenen İstanbul depremini şu an dünya üzerinde bilecek ikinci kişi muhtemen Roubini'dir; Allah karamsar yorumlarına zeval vermesin! İlk kişi mi? Elbette ki Ağaoğlu; evler satılmazsa depremin şiddetini sen seç artık!

Thomas Piketty
Dünyada hiç kimsenin baştan sona okuyup bitiremediği ilk best-seller ekonomi kitabını yazan ekonomisttir. Ülkemizdeki binlerce kişinin de "Şu çılgın Türkler" zannedip kitabı satın aldığı, 50 sayfa okuyup rafa kaldırdığı bilinmektedir. İşte, bu efsane ekonomiste göre depremin sebebi faiz yiyenlerdir. Neymiş, faiz oranı büyüme oranından büyükse zengin daha zengin olurmuş. Hadi ordan! İlk bir milyonu sorma, gerisini anlatayım.

Daniel Kahneman
Davranışsal finansı başımıza musallat eden bu ekonomiste göre depremin sebebi ekonomik içgüdüleri ile karar vererek sahip olduğundan daha çok harcayan insanlardır. Bu görüşünü de deneysel bir örnekle şöyle açıklıyor: "Kadın giyim reyonunu ikinci kata değil de giriş katına, erkek giyim reyonunu giriş kata değil de ikinci kata koyarsanız depreme neden olursunuz." Hamdolsun, bizde hepsi doğru yerde!

George Akerlof
Akerlof'a göre deprem asimetrik bilgi meselesidir. Çarpık arabayı yeni fiyatına satan dolandırıcı satıcılar yüzünden olur. İyi de canım abim, biz zaten geliş fiyatına bırakıyoruz. Bırak bu ayakları, olası depremin tek nedeni senin eşindir. Janet Yellen faizi arttırırsa yedi nokta sekiz ile sarsıldık demektir.

Gary Becker
Bu ekonomistimize göre deprem tahminciliği işi çok abartılmıştır. Bu hususta şöyle der: İki tip (deprem) tahminci vardır; bilmeyenler ve bilmediğini bilmeyenler. Hatta daha da ileri gider ve şunu ekler: "Deprem tahminciliği (iktisat) mesleği, kelimeleri özenle seçiyorum, iflas etmiştir. Ya Topraam, ayıp oluyor ama!

Frederic Bastiat
Bastiat, konuya farklı bir bakış açısından bakar ve hükümete bir dilekçe yazar. Dilekçe aynen şöyledir: "Ekonomik, finansal, siyasi, ahlaki ve bilimum krizlerin üreticilerinden hükümete dilekçe; depremin sebep olduğu haksız rekabeti derhal kaldırınız. İmza, ekonomistler."

Depremsiz ve ekonomistsiz bir hayat dileklerimizle...

Bu finans sistemi herkesi şaman yapar!

01:05 Posted by Hacker62 , , , No comments
Şaman
Bankaların aldığı faize bir eleştiri de Başbakandan geldi. Faizlerin düşürülmesi gerektiğini vurgulayarak, "Ya bunu kendiliğinizden yaparsınız, ya da bunu size yaptırırız," dedi. Kararlılık yüksek görünüyor. Ne dersiniz, sizce faizler bu kez düşürülebilecek mi?

Modern antropolojinin kurucusu kabul edilen Alman antropolog Franz Boas, Vancouver Adasında binlerce yıldır yaşayan Kwakiutl yerlilerinin en büyük şamanı Quesalid'in (Kesalid olarak telaffuz ediliyor) hikayesini anlatır. Yerli kabilelerde şamanlar rahip, doktor ve bir rock yıldızı karışımı iyi para kazanan kişilerdir.

Kesalid gençliğinde asi bir adamdır ve şamanların zenginliklerine öfkelidir. Ona göre şamanlar düşkün, savunmasız ve akılsız kişilerin sırtından geçinen sahtekarlardır. Kesalid şamanların foyalarını ortaya çıkaracak bir plan yapar: önce güvenlerini kazanarak sırlarını öğrenecek, sonra da bunları açığa vurarak onları güçlü konumlarından edecektir. Hemen işe koyulur.

Kabilesindeki şamanlardan biri onu çıraklığa kabul eder. Beklenildiği gibi Kesalid'e öğretilenler aldatma üzerinedir. Kesalid kısa sürede tüm teknikleri öğrenir. Tüm şamanlık ritüeli bir kandırmaca üzerine kuruludur. Artık öğrendiklerini herkese duyurarak şamanları tahtından etmenin zamanı gelmiştir.

Fakat tam o anda beklenmedik bir şey olur. Kesalid'in şaman çıraklığı yaptığı duyulur ve bir aile hasta oğullarının iyileştirilmesi için Kesalid'ten yardım ister. Ailenin çaresizliğini gören Kesalid bu isteği geri çeviremez. Şamanın yanında öğrendiği aldatma tekniklerini kullanarak çocuğu tedavi eder. Bunun karşılığında büyük hediyelere boğulur.

Kesalid istemeden de olsa şaman çıraklığından şamanlığa geçmiştir. Ama bundan daha önemlisi şamanlara muhalifken bir anda büyük bir şaman olup çıkmıştır.

Şüphesiz ki Kesalid'in hikayesi bizimkinden bambaşka bir topluma aittir. Ne dersiniz, sizce de öyle mi?

Kesalid'in ayrıntılı hikayesini merak edenler Ian Leslie'nin çok satan kitabı Doğuştan Yalancı'yı (Born Liars) okuyabilirler. Biz baştaki konumuza geri dönelim. Ülkemizde faiz indirmesi istenilen bankalar, ki bunların devlet bankaları dışında kalanlar olduğunu düşünüyoruz, neredeyse tamamına yakınının yabancı bankalar olduğunu bilmeyen yoktur herhalde. Yani sahipleri dünyanın en büyük finans kuruluşları olan bankalar. Hani aylardır yöneticilerimizin Amerika Avrupa demeden peşlerinden koşturduğu ve Türkiye'nin ne kadar yatırım yapılabilir bir yer olduğunu anlatmaya çalıştığı finans kuruluşları. İngilizce bilen tüm yöneticilerimizin dilleri döndüğünce ülkemiz finans piyasasının mükemmelliğini anlattıkları finans kuruluşları. İşte, şimdi o finans kuruluşlarına Türkçe diyoruz ki, faizi düşür.


Eğer politik kapitalizm ve finans sisteminin nasıl işlediği hakkında birazcık bilgi sahibiyseniz faizin indirilip indirilmeyeceğini zaten anlamışsınızdır. İlave bir yoruma gerek yok sanıyoruz. Biz sadece Kesalid'in hikayesine son noktayı koyalım: Bu finans sistemi herkesi şaman yapar!

23 Mart 2016 Çarşamba

Bankalar çok kâr ediyor fenomeni!

16:48 Posted by Hacker62 No comments
pilot
Her üç ayda bir ekonomi gündemimizi meşgul eden konulardan biri bankaların çok kar elde etmesi meselesi. Konu adeta bir fenomen haline dönüştü. Elde edilen karın yüksekliğini eleştiren ve bu karın normalliğini savunan iki taraf var. Bir de konuyu kendisine göre yorumlayan kalabalık bir kitle. Tarafların argümanlarını dinlediğiniz zaman bir şeyin gözden kaçtığını fark ediyorsunuz. Ne karı eleştirenler ne savunanlar ne de uzaktan görüşlerini bildirenler gerçeği tam olarak kavrayamamışlar. Aslında tüm mesele sıvı yasağı nedeniyle uçağa alınmayan bir şişe suda saklı. Nasıl mı?

Uçaklarda sıvı kısıtlamasının yeni başladığı günlerden biriydi. US Airways adına çalışan bir pilot, Elwood Menear, 13 Ocak 2002'de Philadelphia Havaalanına giriş yapıyordu. Yapılan kontrolde çantasında "1 şişe su benzeri" bir şeye rastlandı. Kurallar gereği bunu bırakması istendi. Elwood kuralları biliyordu ve pek rahatsız olmadı. Görevli suyu alırken Elwood görevliye doğru eğilerek bir şeyler fısıldadı. Söylediği tek cümle söz işini kaybetmesine ve tutuklanmasına sebep oldu. Dava aylar sürdü. Elwood US Airways'deki en akıllı pilot muydu bilmiyoruz ama gerçeği kavrayabilme yeteneği en gelişmiş pilot olduğu açıktı. Bugün bile havacılık sektörü Elwood'a henüz cevap verebilmiş değildir. Aylar süren hukuki kavgalara sebep olan Elwood ne mi demişti? Aynen şunu: "Niçin bir şişe su nedeniyle kaygılanıyorsunuz ki, ben istersem uçağı düşürebilirim."

Bankaların çok kar elde etmesi meselesine yeniden geri dönelim. Bankaların elde ettiği karın neredeyse tamamına yakını verilen kredilerin içinden alınan faiz ve komisyonlardan elde edilir. Havale ve hesap ücretleri benzeri bankacılık hizmetlerinden elde edilen karlar toplam kar rakamı içinde son derece önemsiz durur. Her çeşit krediler, kredi kartları ve overdraft hesaplar benzeri kredi işlemleri sonrası açılan krediler karşılığı alınan faiz ve komisyonlar bankaların karını oluşturur. Yani elde edilen gelir ticari şirket mantığıyla yapılan bir işten değil, merkez bankalarının asli görevi olan para basmayı bankalara devretmiş olması nedeniyle yapılan işten elde edilmektedir. Elde edilen gelirler tümüyle para yaratma sürecinin karşılığı olarak alınmaktadır. Bir bakıma müşterilerin kendi paralarına dokunulmaz. Verilen kredi üzerinden komisyon ve o kredinin işletilmesinden elde edilecek gelir üzerinden faiz alınır. Şimdi meseleyi biraz daha açıklığa kavuşturalım.

Bir ekonomi düşünün, bir yıl içinde kredi kartlarıyla 500 milyar liralık harcama yapıyor. Bireysel kredi ile yaptığı harcamalar 300 milyar liranın üstünde. Şirketlerin kullandığı krediler ise neredeyse 1 trilyona yaklaşıyor. Kısaca söylemek gerekirse ekonomi krediyle yürüyor hale gelmiş. Harcamaların neredeyse tamamı bankalar tarafından yaratılan krediler ile yapılıyor. İşte, bankaların elde ettiği kar da bu krediler üzerinden alınıyor.

Şimdi basit bir düşünce deneyi yapalım. Bankalar tüketici kredilerinden yeterli faiz alamıyorum diye bu tür kredileri azaltsa, kredi kartlarından aidat geliri elde edemiyorum diye kart vermeyi durdursa, ticari kredilerden alınan komisyonlar tatmin etmiyor diye bu tür kredileri yavaşlatsa sizce bu ekonominin hali ne olur?

Fazla düşünmeye hiç gerek yok. Yanıt Elwood'un sözlerinde saklı. "Niçin bir şişe su nedeniyle kaygılanıyorsunuz ki, ben istersem uçağı düşürebilirim."


İşte, tüm mesele budur. Bankaların yarattıkları para karşılığı elde ettikleri gelirler nedeniyle eleştirilmeleri hatadır. Buradaki dengenin ne olacağına karar verecek olanlar yine onlardır. Çünkü ekonominin pilotu artık bankalar ve isterlerse uçağı düşürebilirler.

Ekonomi yorumcularımızın en acayip 9 lafı!

16:35 Posted by Hacker62 No comments

wall stret
Ekonomi ve finans yorumculuğu giderek popülerliğini arttırıyor. Cebinde 100 doları ya da hesabında 2 lot hissesi olandan üniversitede akademisyenlik yapana herkes sosyal medyada yorum yapıyor. Hemen ardından da yaptıkları şeyin yatırım tavsiyesi olmadığını söylüyorlar. "Dolar yükselecek" şeklinde yorum yaptıklarında düzenleyici kuruluşların peşlerine düşecekleri gibi bir paranoyaya sahipler herhalde. "Evi arabayı sattım, altın aldım; altın yükselecek. Yatırım tavsiyesi değildir." E nedir kardeşim öyleyse? "Ben yaptım, siz yapmayın" diye mi yazdın? Hemen karşı yorum gelmekte gecikmiyor: "Maalesef arkadaşlar düşecekkkk! Yatırım tavsiyesi değildir." Biz daha diğer arkadaşın kim olduğunu düşünürken sen nereden çıktın birader. Buffett adına "fuatavni"lik mi yapıyorsun? "k" harfini dört kere arka arkaya yazınca yorumuna gerçeklik ve kesinlik kattığını mı düşünüyorsun? Yatırım tavsiyesi değilse kendin için yazıyorsun öyleyse; insan kendi için not ya da hatıra defteri yazmaz mı? Yoksa herkes yazıyor, ben de yazayım diye mi düşündün? Ya da çıktın televizyona, "yatırım tavsiyesi değildir" diye diye bir şirketin hisse senedinin düşeceğini söyledin. Hatta koro tutup onlara da yatırım tavsiyesi değildir diye şarkı yaptırdın. Sosyal medya hesabında da bunu tekrarlamaya devam ettin. Hisse senedi de düştü. Şimdi "yatırım tavsiyesi değildir" demenin seni kurtaracağını mı düşünüyorsun?

Kısacası bu "yatırım tavsiyesi değildir" hadisesi karmaşık bir meseledir ve çözümlenmesi bu kadar basit değildir. Parasını bu asılsız yorumlara göre harcayacak birileri varsa, bu da ayrı bir sorundur zaten. "Evlilik vaadiyle kandırılan kız" misali araştırılması gerekir.

Zaten şaşılası bir durum daha vardır. Yazdıklarının altına "Yatırım tavsiyesidir" diyen bir kişiye bile rastlayamazsınız. Ne kadar tuhaf değil mi? Anlaşılan yatırım tavsiye yapmak seks gibi bir şey; toplum önünde yapılması mazur görülmüyor. Yatırım tavsiyesini herkesin eşine ya da sevgilisine yapması gerekiyor. Neyse bu konuyu fazla uzatmayalım. Anlaşılan "yatırım tavsiyesi değildir" demek "popomdan uyduruyorum" demenin görgü kurallarına göre oluşturulmuş şekli galiba.

Yatırım tavsiyesi olmayan yatırım tavsiyelerine baktığımızda ise daha tuhaf bir durum çıkıyor karşımıza. Yorumlarda kullanılan ifadeler gizli bir tarikatın iletişim sözcükleri gibi. Soyut, bulanık ve tam olarak neyi anlattığı belirsiz. Evrensel gibi gözüken bir dizi kavram kullanılıyor ama ne anlatılmak istendiği tam olarak anlaşılmıyor. Bu bulanık dilin en temel ögelerini bulmak için bir araştırma yapalım dedik. Finans ve ekonomi yorumlarını inceleyerek yorumlarda en çok kullanılan ifadeleri bulduk. Bunlarla ne ifade edilmek istendiğini ve aslında bunlardan ne anlam çıkarılabileceğini kıyasladık. İşte ekonomi yorumcularının yorumlarında en fazla kullandığı 9 kavram ve karşılaştırmalı anlamları:

1- Piyasa aktörleri

Anlatılmak İstenen: Piyasa dinamikleri içinde etkin olması ihtimal dahilinde olan düzenleyici kuruluşlardan büyük yatırımcılara kadar herkes.
Anlaşılan: Aslında piyasalar sadece aktörlerin yer aldığı, aktrislerin olmadığı "maço" yerler değildir. Erkek ekonomi yorumcularının yorum yaparken kullandıkları üç ses aşağıdan tiz sesleri piyasaların efemine yerler olduğunu bile düşündürtebilir. Hatta yorumcuların kıvırmadaki ustalığına bakarak piyasanın aktör değil dansöz dolu olduğunu bile düşünebilirsiniz. Ama her halükarda "alemin kralı"nın onlar olduğunu herkes kolayca sezer.

2- Beklentiler paralelinde

Anlatılmak İstenen: Ekonomik öngörü sahiplerinin daha önceden öngörebildiği bir durumun gerçekleşmesi.
Anlaşılan: Mesela "Milli gelir beklentiler paralelinde gerçekleşti" diyen bir yorumcu aslında şunu demek ister: "Üzerinde konuşup çenemi yormaya değmez. Zaten böyle olacağını ben biliyordum." Senin de aklından şu geçer: "Ya, koca ülke üç ay boyunca gece gündüz çalışıp çabaladık, bir milli gelir ortaya çıkardık ama zaten arkadaşlar bunu önceden biliyormuş..." Acaba çalışmasa mıydık diye aklından geçirme çünkü onlar bunu da bilirler. Çünkü ekonomi yorumcuları bir ülkenin ne kadar üreteceğini zaten hep bilirler. Onlar bilemese bile "canikosu" mutlaka bilir.

3- Piyasanın ne tepki vereceği önemli

Anlatılmak İstenen: Bir gelişme sonrası piyasanın nasıl etkileneceği sonraki gelişmeler için de belirleyici olacak.
Anlaşılan: Piyasa tepki verebildiğine göre canlı olsa gerek. Yorumcunun normal ifadesine bakarsan samimi bir arkadaşı bile olabilir. Hatta asker arkadaşı bile olabilir. Ama kesin olan şey tepki verebildiğidir. Kızabilir, gülebilir, memnun olabilir, hatta küfür bile edebilir. O nedenle dikkatli olmanız gerekir.

4- Borsanın nabzı

Anlatılmak İstenen: Borsa endeksinin değişimi.
Anlaşılan: Borsa da sizin gibi etten kemiktendir. O nedenle de kan akışı vardır ve bu akışın sürekli ölçülmesi gerekir. Öğrenmeniz çok işinize yarar. Ayrıca şunu da unutmayın. Ekonominin nabzı, para piyasalarının nabzı, doların nabzı hatta altının bile nabzı vardır. Kendi nabzınızı boşverin, bunlara bakın.

5- Tepki alımı

Anlatılmak İstenen: Borsanın yeteri kadar düştüğünü düşünenlerin hisse senedi alması.
Anlaşılan: Bizim "gül gibi" borsamız vardı, hep yükseliyordu. Ama siz kendini bilmezler bizim borsamızı düşürdünüz. Biz bunu hiç hak etmiyorduk. Bir araya geldik ve dedik ki, borsamızı düşürenlere bir tepki verelim ve hisse senedi alalım. İşte, bak aldık. Herhalde bir daha gücümüzü test etmeye kalkmazsınız.

6- Beklenti satın alındı

Anlatılmak İstenen: Gerçekleşen olayın piyasaya etkisinin daha önceden öngörülerek fiyatlara yansıtıldığı.
Anlaşılan: Beklentiyi yaratan bilgiyi öğrendiğinizde yatırım yapmanız bir işe yaramaz. Çünkü bazı "anasının gözü" yatırımcılar bunu çok önceden öğrenip yatırım yapmışlar ve fiyatları yukarı çekmişlerdir zaten. Sen resmen uyumuşsun; bak adamlar ne kadar zeki. Sana tavsiyem daha öngörülü olman. Mesela Einstein ne diyor; "3. Dünya savaşını bilmem ama 4. Dünya savaşı taşlarla yapılacak." E ne duruyorsun, beklentiyi satın alıp hemen taş üreten bir şirketin hisse senetlerini alsana.

7- Endeks 83.000 seviyelerine tutunmaya çalışıyor

Anlatılmak İstenen: Borsanın düşme ihtimalinin yükselme ihtimalinden daha fazla olduğu.
Anlaşılan: Ne güzel yükseliyordu borsamız, ama ortaya çıkan gelişmeler borsamızı düşüşe geçirdi. Şimdi batmamak için tutunacak bir dal arıyor. Bunu yapanların ocaklarına ateş düşsün inşallah.

8- Alıcılı açılış

Anlatılmak İstenen: Borsanın işleme başladığı dakikalarda endeksin yükselmesi.
Anlaşılan: Demek ki bize öğretilen hatalıymış. Bir alıcıya karşılık bir satıcı olması gerektiği doğru değilmiş. Sadece alıcı olunca da borsa çalışabiliyormuş. Hisse senetlerini birinden almadığına göre gökten düşenleri topluyor demek ki...

9- Eş zamanlı veri akışı

Anlatılmak İstenen: Verinin açıklanır açıklanmaz sizi sunulacağı.
Anlaşılan: Zaten canlı yayındaysak bunu bir daha söylemenize neden gerek var ki? Canlı yayındayken banttan yayın yapılabiliyor mu? Neyse, bu paradoksal durumu açıklamaya kalkışırsak işin içinden çıkamayız. Erol Evgin'in dediği gibi: Hani bir hisse kayar ya; Hani ardından trend kırılır ya; İşte öyle bir şey.


Bu kavramlarla hangi ekonomik çıkarımın yapılacağı bile belli değilken, bir de söyleneni yatırım tavsiye sanmak hiç akıllıca gelmiyor. Karar size kalmış artık. Ha, unutmadan ekleyelim. Bu makalede yazılanlar yatırım tavsiyesidir; yatırım yaparken mutlaka hatırlayın.

4 Mart 2016 Cuma

Senin kobran doğal mı yoksa çiftlik mi?

13:15 Posted by Hacker62 , , , No comments
Kobra
Katılım bankalarımızın sayısı her geçen gün artıyor. Finansal piyasalarımız için son derece olumlu bir gelişme. Piyasadaki oyuncu sayısının artması rekabeti, rekabet piyasa derinliğini, piyasa derinliği ise müşteri refahını getirecek bir durum. Fakat birçoklarının kafasındaki soru hala cevaplanmış değil: Katılım bankaları faiz vermiyorsa ne veriyor?

Temel yaklaşım katılım bankalarının müşterilerinden topladıkları paraları şirketlere fon olarak kullandırmaları ve oradan gelecek getiri ile para yatıran kişilere katılım payı olarak geri ödemeleri. Ortada ilk bakışta faiz yokmuş gibi gözüküyor. Fakat biraz daha dikkatli baktığınızda kafa karıştırıcı başka bir şeyle karşılaşıyorsunuz. Katılım bankalarının fon olarak yatırdıkları paraları alan şirketlere bakalım mesela. Muhtemelen bu şirketler büyük şirketlerdir. Diyelim ki bu şirketler borsada işlem gören beş yüze yakın şirket olsun. İyi ama bu şirketlerin istisnasız tamamı yatırımlarını faiz ödedikleri kredilerle finanse eden şirketler. Yani elde ettikleri getiriyi faiz ödedikleri krediler ile elde ediyorlar. Şimdi bu şirketlere kullandırılan fonlardan elde edilen getiri faizsiz mi oluyor?

Yanıtı merak ediyorsanız aşağıdaki hikayeyi okumanız yeterli:
Hindistan'ın İngiliz sömürgesinde olduğu günler... Ülke kobra yılanı sorunu ile mücadele etmeye çalışıyor. Her yanı saran kobra yılanları her gün yüzlerce insanı öldürüyor... Problemi çözmek isteyen İngiliz Valinin aklına parlak bir fikir geliyor: Öldürülen her kobra yılanı başına ödül vermek. Önce işler iyi gider. Hintliler yılan avına çıkar ve gördükleri her yılanı öldürürler. Elde edilen getiri oldukça iyidir. Fakat bir süre sonra gelirler azalmaya başlar. Çünkü öldürecek yılan bulmak adeta imkansız hale gelmiştir. İşte tam o anda birkaç uyanığın aklına dahice bir fikir gelir. Kobra yetiştirme çiftliği kurmak. Girişimci dahiler önce kobraları yetiştirip sonra kafalarını keser ve ödülü almaya devam ederler. Bu yöntem kısa sürede tüm Hindistan'a yayılır. Herkes çiftlik kurup kobra yılanı yetiştirmeye başlar. Sonra da hayvanları öldürüp ödüllerini tahsil ederler. Realite anlaşılıp ödül iptal edilene kadar binlerce kişi zengin olmuştur.

Bir ticari bankanın mevduata verdiği faiz ile bir katılım bankasının topladığı paraya verdiği katılım payı bu hikayedeki gibi bir farklılık içerir. İşte hepsi bu.

Faiz ve katılım payı arasındaki fark doğal kobra ile çiftlikte yetişen kobra arasındaki fark gibidir. Yani cevap aslında şu soruda saklıdır: Senin kobran doğal mı yoksa çiftlik mi?

3 Şubat 2016 Çarşamba

Katılım/İslami Bankacılık

Ziraat Katılım
İslami bankacılık sistemi olarak bilinen bankacılık sistemi aktivitelerini Şeriat'la belirlemektedir. Şeriat ödünç verilen paradan para kazanmayı (faizcilik ve tefecilik) yasaklamaktadır.
Faiz yasak olduğu için mevduat olarak toplanan para reel ekonomiye yatırılır. Sabit faiz yerine kâr/zarar ortaklığı söz konusu olduğundan bankalar, para yatıracağı projeleri daha özenli incelerler ve sağa sola kredi dağıtmayıp sadece sağlam projelere yatırırlar. Dolayısıyla İslâmî bankalar Dünya'nın en sağlam bankaları arasındadır, finans krizlerinden pek etkilenmemişlerdir. Çünkü sıkı dokuyup ince eledikleri için paraları spekülatif finansal işlemler yerine sağlam geri dönüşümü olan projelere yatırırlar.

Tarihçesi

İslâmî bankacılık, ilk defa 1970'li yıllarda ortaya çıktı. Sebep olarak da petrol fiyatlarındaki artıştan sonra Körfez ülkelerinde meydana gelen sermaye birikimi gösterilir. Kullanılan ilk yöntemler emek ve sermaye ortaklığı (mudarabe) ve sanayi yatırımlarında gereken sermayenin bir kısmının karşılama (müşareke) şeklinde olmüştur.[1]
O tarihten itibaren Dünya'da üç bölgede İslamî bankacılık yayıldı.
  1. Körfez bölgesi: Burası İslamî bankacılığın başladığı yerdir. İslamî finans, bu bölgede Abu DhabiBahreynDubaiKatarKuveyt ve Suudi Arabistan'da yaygın olur ayrıca Ortadoğu'nun bâzı ülkelerinde de yaygınlaşmıştır.
  2. Uzakdoğu bölgesi: BruneiEndonezyaMalezya ve Singapur'dan oluşan bu bölgede Müslümanlar hem varlıklı, hem de nüfusun hatırı sayılır bir çoğunluğunu ellerinde bulundurmalarından dolayı İslamî bankacılık burada da yayılmıştır.
  3. Batı piyasası: Londra merkezli Batı piyasalarında artık büyüyen faizsiz borç pazarını göz ardı etmek istemediğinden konvansiyonel bankaların alt birimleri bu esasa uygun işlemler yapmaya başlıyor.[1]
Ancak Türkiye, bilhassa ilk iki bölgeyle kıyaslandığında son yıllarda İslamî finansman konusunda hızlı bir ilerleme kaydedemedi. Yalnız sukuk konusunda gelişmeler yapıldı.[1]

Nasıl çalıştığı

İslâmî bankacılıkta paradan para kazanma yoktur. Parayı reel ekonomiye yatırıp reel ekonomiden kazanma vardır. Dolayısıyla önceden belirlenmiş bir kâr mevzubahis olamadığı gibi bankalarla işlem yapanların para kaybetmeleri de mümkündür.

En yaygın İslâmî bankacılık yöntemleri

İslâmî bankacılık işlemleri arasında mudarebe (bir taraftan sermaye, diğer taraftan işletme olmak üzere oluşturulan emek-sermaye ortaklığı); murabaha (sermaye sahibinin bir malı satın alıp belli bir kâr payı ekleyerek müşterisine vadeli olarak satması); müşareke (bir işletmenin sermayesine katılma, ona ortak olma); icare (bir mülkün veya donanımın kiraya verilmesi) ile birlikte icare ve iktina (İslamî leasing) sayılabilir.[2]
  • İcara: Bu sistem konvansiyonel bankalara benzer şekilde çalışır. Katılım bankaları icare yöntemiyle gayrimenkul, makine gibi reel varlıkların finansmanı için kaynak sağlar. Yaygın olarak kullanılan türü, mülkiyetin devri ile sona eren kira sözleşmesidir.
  • İsticrar: Bir malın alıcı tarafından satıcıya belirli zamanlarda alınacağının vadedilmesini konu alan mukavele şeklidir. Bâzı bankalar tarafından müşterilerin doğal gaz, elektrik, su gibi ödemelerini finanse etmede kullanılır.
  • İstisna: Halihazırda var olmayıp gelecekte üretilecek bir malın satılması işlemi olup genellikle tarım ve inşaat projelerinde uygulanır. Müşteri, belirli bir peşinat ödedikten sonra kalan tutarı taksitler hâlinde bankaya geri öder. Bu yöntem, özellikle Körfez ülkelerinde büyük ölçekli inşaat projelerinin finansmanında başarılı bir şekilde kullanılmaktadır.
  • Karz-ı hasen: Bir günlük olarak verilen faizsiz kredilere verilen addır. İşlemin yerli para cinsinden kullanımı mümkündür. Bu sistemde maddî sıkıntıya düşmüş kişiye mâlî yardım yapmak üzere ihtiyaç duyduğu tutar verilerek hiçbir menfaat temin etmeden borç aynıyla geri alınır.
  • Menafaa: Bankanın telekomünikasyon, ulaşım gibi alanlarda faaliyet gösteren firmalara ait hakların (bilet, kontör gibi) mülkiyetini firmalardan peşin parayla satın aldığı finansman modelidir.
  • Mudarabe: Emek sermaye ortaklığı demektir. Burada banka, yatırım için ihtiyaç duyulan kaynakların tamamını sağlarken, müşteri emeğini koyar. Yapılan işlemden oluşan kâr, başlangıçta mutabakat olan oranlarda banka ve müşteri arasında paylaşılır. Zarar olması durumunda müşterinin herhangi bir kusuru yoksa zararı banka üslenir. Sistem, genellikle ticaret finansmanında kullanılır.
  • Murabaha: En sık kullanılan İslamî finansman yöntemlerinden biridir. Bu metotta banka, müşterisinin istediği malı bizzat satın alarak belirlenen oranlarla vade farkı eklemek suretiyle müşterisine satar. Müşteri de malın peşin fiyatı ve bankaya ödeyeceği kâr payı konusunda bilgilendirilir. Pratik ve getiri oranı yüksek olan bu yöntem, Türkiye'de de en sık kullanılan finansman yöntemidir. Özel kişilere ve firmalara kısa ve orta vadeli ticarî krediyi esnek bir mekanizmada takdim eden murabaha, mikro ve küçük ölçekli işletmelerin finansmanında da önemli bir rol oynar.
  • Müsaveme: Bir eşyaya kıymet addedilerek pahalandırılması ve pazarlanması gibi anlamlara gelen müsaveme, fıkıhta bir malın maliyeti ve kâr oranı açıklanmadan pazarlık usulüyle satılması şeklinde tanımlanır. Bu metot murabahaya oldukça benzemekte olup ondan temel farkı, malın maliyetinin alıcı tarafından bilinmemesidir.
  • Müşareke: Burada katılım bankası gerekli sermayenin bir kısmını karşılarken diğer kısmını müşteri bizzat karşılar. Yapılan ortaklık sonucunda elde edilen kâr, başlangıçta anlaşılan oranlarda paylaşılır; oranın sermaye paylarıyla aynı olması şart değildir. Müşteri, yapılan işe sermayeye ek olarak emeğini kattığı için kârdan daha yüksek oranda pay alabilir. Herhangi bir zarar oluşması durumunda ise ortaklar payları oranında zarardan etkilenirler. Bu yöntemle genellikle sanayi finansmanı yapılır.
  • Muzaraa: Ziraat ortakçılığı demek olup en az iki kişinin tarım alanında ortaklaşa iş yapmasıdır. Bir taraftan arazi alınırken diğer taraftan çalışma ve emek konulmak suretiyle çıkacak ürünün belirlenmiş bir oran dahilinde paylaşılması şartıyla yapılan bir ortaklık anlaşmasıdır.
  • Müsakat: Muzaranın çok benzeri olan bu metotta ürün meyve ağaçlarıdır.
  • Selem: Belirli bir mal veya hizmetin bedelinin tamamının peşin olarak ödenip ileri bir vadeyle satın alınmasıdır. Banka, peşin ödemeyle gelecekte üretilecek malı satın alır, fakat malı satmak için vadesini beklemek zorundadır. İslam hukukuna göre para, altın, gümüş ve para benzeri varlıkların bu yöntemle satışı, elde edilen gelir faiz olarak değerlendirildiği için kesinlikle yasaktır. Özellikle İran'da uygulanan bir finansman yöntem olan selemin getireceği riskten korunmak amacıyla bankalar paralel selem işlemi de yapabilmektedir.
  • Sukuk: Arapça faizsiz bono olarak bilinen bu metot, bilhassa 2005'ten beri popülerleşmeye başlamış finansal bir araçtır. Fakat İslam hukukuna göre menkûl kıymet olabilecek varlıklar nispeten sınırlıdır. Buna göre ana firma, işleme konu olan malları özel amaçla kurulmuş bir şirket üzerinden varlıkları menkul olarak kıymetleştirerek yatırımcılara satar. 14 farklı şekli bulunmaktadır.
  • Tekafül: Arapça kökenli kefalet kelimesinden türemiş olan bu kelime, sözlükte 'dayanışma' demek olup 'İslamî sigorta' olarak da bilinir. Tekafül, çeşitli formlarda yüzlerce yıldır uygulanmaktadır. Mesuliyetin paylaşılması esasına dayanarak riskin belirli gruplar arasında dağıtılması esasına dayanır.
  • Teverruk: Malın taksitle alınıp satıcıdan başka birine peşin olarak satılmasıdır. Böylece nakit paraya ihtiyacı olan kişinin ihtiyacı karşılanır. Hanbelî Mezhebi'ne göre yapılmasında sakınca yoksa da başka mezheplerce kabul edilmez. Bu sistem, ödeme güçlüğü çeken müşterilerin borçlarını yeniden yapılandırmada kullanılabilir.

Türkiye'de İslamî bankacılık

Son yıllar gelişmesine rağmen Dünya'da belli başlı merkezlerde takdim edilen ürünlerin henüz çok azı Türkiye'de müşterilere takdim edilebiliyor. Türevleriyle birlikte Dünya'da 50'den fazla İslamî finans ürünü varken Türkiye'de katılım bankaları tarafından 2015 itibariyle murabaha ve sukuk başta olmak üzere henüz beş ürün hizmete sunuluyor. Dünya'da 75 ülkede 700 İslamî finans kuruluşunun 2013 itibariyle toplam aktif büyüklüğü 1.8 trilyon dolarıdır. 2009 krizi sonrasında daha çok bilinen İslamî finans pazarının büyüklüğünün 2020 yılında 6.5 trilyon dolara ulaşacağı bekleniyor. Faizsiz bankacılıkla 2025'e kadar Dünya'daki Müslüman nüfusun tasarruflarının yarısını kendine çekebileceği tahmin ediliyor. Sektör temsilcilerine göre Türkiye'de hâlâ karz-ı hasen, istisna, mikro kredi, selem gibi ürünlerin olmaması bir eksik olarak görülüyor.[1]
Bir yandan ürün azlığından şikâyet edilen Türk İslamî bankacılığı, diğer taraftan Avrupa'ya açılmış durumda. Kuveyt Türk23 Temmuz 2015'te Frankfurt’ta Avrupa'daki ilk şubesiyle faizsiz bankacılığı Almanya'da başlattı. Banka, yakın zamanda şubelerini bütün Avrupa’da açmayı hedefliyor.[3]
Türkiye'de faizsiz bankacılığın daha çabuk gelişmesi için Malezya İslam Bankaları BirliğiTKBB ile 2012 yılında bir işbirliği anlaşması imzaladı. Bu anlaşmayla Dünya'da kullanılan 52 üründen Türkiye'de kullanılmayan ürünlerin katılım bankacılığına kazandırılması hedeflendiyor.[1]
Türkiye, 2015 civarı Bahreyn ya da Malezya modellerinden birine adapte olmaya çalışmaktadır. Yurt dışında kullanılan kira sertifikaları, teverruk, müşareke, karz-ı hasen, tekafül ve selem ile birlikte isticrar, menafaa, müsaveme ve musakaat gibi birçok ürünün potasiyeli olduğunu Türkiye finans ve hazineden sorumlu genel müdür yardımcısı Ali Güney ifade etmiştir. Uluslararası finansal danışmanlık şirketi Ünlü & Co. Borç Finansmanı ve Danışmanlık Bölümü Yönetici Direktörü Ayşe Akkın ise, İslamî finansman modelinin mutlaka bir varlığa dayalı olması gerektiğinden daha güvenli olduğunu vurguluyor. Akkın, talebin yeterince olmaması ve hukukî altyapının daha elverişli olmaması sebebiyle Türkiye'de Dünya'da yaygın olarak kullanılan araçların yalnızca bir kısmının kullanılabildiğini ifade ediyor.[1]

Devletin katkısı

Türkiye’de Hükûmet, kamu bankaları eliyle İslamî bankacılığı güçlendirmek üzere harekete geçiyor. Faizsiz ya da katılım bankacılığına göre işlem yapmak üzere devlet, 2014'teZiraat Bankası’na izin verdi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) 15 Ekim 2014 tarihinde Resmî Gazete'de yayınlanan kararıyla Ziraat Bankası, bu alana 300 milyon dolar sermayeli bir “katılım bankası” ile girecek; bu iş için bu bankaya dokuz ay süre tanınıyor. Aynı zamanda faizli bankacılık yapan Ziraat Bankası'nın haram kârlarının faizsiz parayla karışmaması için sermayenin Ziraat’in değil, Hazine’nin olması üzerinde duruluyor. Plana göre Ziraat Bankası'ndan sonra devlete ait Vakıflar Bankası da faizsiz bankacılığa yönelecek; bu banka Vakıflar Genel Müdürlüğü aracılığı ile katılım bankası kuracak. Vakıfbank’ın ana ortağı olan Vakıflar Genel Müdürlüğü, kurulacak katılım bankasının büyük hissedarı olarak sermayeyi koyacak ve böylece Ziraat'te mevcut olan faiz problemi yaşanmayacak. Vakıflar Bankası ile eş zamanlı veya hemen arkasından Halk Bank da faizsiz bankacılığa geçerek devletin bütün gücüyle bu alana yoğunlaşması sağlanmış olacak.[4]