Ekonomik ve Mali Analiz

20 Ekim 2014 Pazartesi

Dağları oynatacak gücün olduğu yerde, dağları oynatacak inançlara yer yoktur!

11:14 Posted by Hacker62 , , No comments
dağ
Finansal piyasalarda kaybedenlerden iseniz hiç üzülmeyin. Çünkü şimdi size altın formülü vereceğiz. Diyelim satın aldığınız hisse senetlerinin fiyatı düştü ve çok para kaybettiniz. Yapmanız gereken hesabınıza her baktığınızda mutlu olmanız ve acı duymamanızdır. İlave bir şey yapmanıza gerek bulunmuyor… Ya da diyelim ki kredi kartı borcunuzun ödeme günü geldi ve paranız yok. Tasa etmenize ya da depresyona girmenize gerek bulunmuyor. Kendinizi mutlu hissedin. Eğer zihniniz böyle hissederse bedeniniz de buna mutlaka uyum sağlayacaktır.

Bir finansal danışmanın sorunlarınıza bu şekilde cevap verdiğini görseniz herhalde sizle dalga geçildiğini düşünürsünüz. Kesinlikle haklısınız, sizinle dalga geçiliyordur. Peki ama kişisel gelişim kitaplarını okurken neden böyle düşünmüyorsunuz? Sizin sorununuzun ne olduğu konusunda en ufak bir fikre sahip olmayan birinin önerilerinden neden medet umuyorsunuz?

Mutluluk, para, aşk veya acıyı yenmenin altın kurallarını öğrettiğini söyleyen kitaplara her yıl milyarlar ödüyoruz. Birçok kişi kitapları büyük bir beğeniyle okusalar da sonuçta kitabın vaat ettiği şeye ulaşamadıklarını kendileri de biliyorlar. Eleştirmen J.Uebergang kişisel gelişim sektörünün yalanlar, mitler ve tehlikeler üzerine kurulu olduğunu söylüyor ve herkesi uyarıyor.

Başkalarına bağlı kalmaksızın kendinizi tamir etmenize kişisel gelişim deniyor kısaca. Motivasyon, psikoloji ve iletişim gibi alanlarda mental yapınız, guruların öğütleri ile geliştirilmeye çalışılıyor. Cilalanmış anekdotlarıyla sonsuz mutluluk, ebedi aşk, sınırsız zenginlik, efsanevi başarı vaat eden bu yazarların özgeçmişlerine baktığınız zaman tuhaf bir şey fark ediyorsunuz. Hiçbiri pazarlamaya çalıştığı konuyla ilgili geçerli bir eğitime sahip değil. Ne o konuda üniversite tahsilleri var, ne de yıllar süren araştırmaları. Kurslar, seminerler veya kendilerini geliştirerek guru düzeyine ulaştıklarını söylüyorlar. Hastalanınca doktora değil de peyzaj mimarına gitmek gibi bir şey…

Kitapların sunduğu altın formüller herkes için aynı. Yani benim başım ağrıyor ya da midem bulanıyor demeniz pek önemli değildir. Tedavi kanser tedavisiyse siz de aynı tedaviyi alacaksınız demektir. Diyelim ki depresyondasınız. Formül herkes için aynı. Kök nedenin kişiden kişiye farklılık gösterebileceği umursanmaz. Üstelik sizin geleneksel çözümlerinizi de alay konusu ederler. Kadim sırların evrimsel süreçlerden geçirilerek makyajlanmış hali önünüze tedavi diye sunulur. 

Kişisel gelişimin size önerdiği şey Ikea’nın önerdiğinden farklı değildir. Kendi mobilyanız gibi kendi zihinsel ve bedensel probleminizi onarmanız veya yeniden yapılandırmanız istenir. Fakat giriştiğiniz iş dolap yapmak gibi basit değildir. Beyniniz ve vücudunuzda yaşananların birçoğu size yabancı şeylerdir. Başınız ağrıdığını biliyorsunuzdur ama buna sebep olan şeyin kötü beslenmeden mi, zararlı içeceklerden mi, hastalıktan mı veya diğer herhangi bir sebepten mi kaynaklandığını bilemezsiniz. İşte o anda elinize bir kişisel gelişim kitabı aldığınızda size önereceği şey çoğunlukla bellidir. Pozitif düşünün, kötülüğü, acıyı, zayıflığı veya kötü düşünceyi kafanızdan silin. Olumlu şeyleri düşünüp, olumsuzluklara kafayı takmamak herkese mantıklı gelen bir yaklaşımdır. Geleneksel bilgeliğin ve ahlaki doktrinlerin de doğru kabul ettiği bir düşüncedir. Peki ama bilimsel olarak ne kadar doğrudur?

Başarıya ulaşmak için negatif düşünceleri kafamızdan silmemiz gerektiği düşüncesi bilimin birçok defalar ortaya koyduğu gibi tamamen hatalıdır. İlk kez 1994 yılında sosyal psikolog Daniel Wegner tarafından ortaya konan “Ironic Processes Theory” bu mitin aslında hatalı olduğunu göstermiştir. Wegner’in bugün tüm psikoloji dünyası tarafından kabul edilen teorisi basitçe şöyledir. Eğer zihninizden bir olumsuzluğu silmek için zihninize daha fazla çaba göstererek bunu yapabileceği yönünde yüklemeler yaparsanız, ulaşacağınız sonuç şu olur. Bu bilişsel yüklemeler zihin tarafından engellenir; üstelik engellenmekle de kalmaz, eski olumsuz düşüncenin güçlenmesine neden olur. Daha basit söylersek biri size beş dakika boyunca beyaz ayı düşünmeyin derse, bırakın düşünmemeyi, aklınızdan çıkmadığını görürsünüz. Leanordo DiCaprio’nun oynadığı “Inception” adlı film de bu teoriyi anlatır. 

Görüldüğü gibi negatif bir durumun varlığı altındayken pozitif düşüncelerimiz kısıtlı mental yetilerimizde bir değişiklik yaratamamaktadır. Bu kişisel gelişim kitaplarının sunduğu temel düşünce olan pozitif düşüncenin sakat tarafını açıklıkla gözler önüne sermektedir. 

Finansal piyasalarda işlem yapanlar problemlerin nasıl çözüleceğini oldukça iyi bilirler. Düşen bir hisse senedinin yaratacağı kaybetme mutsuzluğunu pozitif düşünerek değil, belli bir noktada zararı durduracak bir satış emri ya da şirketin gelecek potansiyelini yeniden inceleyerek tolore etmeye çalışırlar. Ya da kredi kartını ödeyecek paraya sahip değilseniz, sorunu çözecek şey pozitif düşünerek bir yerlerden para beklemek değil, yapılandırma prosedürlerine bakarlar. Eminiz bunları siz de biliyorsunuzdur. Çünkü finansal okuryazarlığımızın zayıf olduğu söylense de bunları bilecek kadar gelişmiştir. Ama kişisel gelişim okuryazarlığımızın hala çok düşük olduğunu söylemek sanıyoruz hatalı bir çıkarım olmayacaktır.

Karşılaştığınız sorunların çözümü için, gurusu olduklarını söyledikleri konuda hiçbir geçerli eğitime sahip olmayanların sahte tedavilerinden önce bilimin kesinliklerine inanırsanız, eminiz ki hayal kırıklığını daha az yaşayacaksınız. Eric Hoffer’in şu sözünü sanıyoruz bir kere daha hatırlamak gerekiyor: “Dağları yerinden oynatmaya yeterli teknik gücün bulunduğu yerde, dağları yerinden oynatan inançlara ihtiyaç yoktur." 

11:10 Posted by Hacker62 No comments
La Jaconde. Ya da bilinen adıyla Mona Lisa. Uygarlık tarihinin en büyük sanatsal yapıtlarından biri. İkinci milenyumun en önemli insanı kabul edilen Leonardo da Vinci’nin 16.yüzyılda yaptığı yağlıboya bir tablo. Taşıdığı gizemler ile paha biçilemeyen dünyanın en önemli sanat varlıklarından biri. Mona Lisa, yüzündeki belirsizlik, kompozisyondaki anıtsallık, atmosferdeki ilginçlik ile yeniden yapılması imkansız bir tablo. Bu nedenle de baha biçilemiyor. Peki, aynısından bir tane daha yapılmış olsaydı Mona Lisa yine baha biçilemez bir harika olarak kabul edilebilir miydi? 

Bu tuhaf sorunun yanıtını yazının sonuna bırakarak karar verme sistemimizin değerlendirme işlemlerinde nasıl bir yanılsamaya uğradığını ortaya koymaya çalışalım. Kararların önemli bir kısmı belirsizliğin yüksek olduğu şartlar altında verilir. Bu nedenle çoğu zaman kararlar sezgisel ve rasyonel olmayan değerlendirmeler sonucunda oluşturulur. Yapılan araştırmalar insanların, kararlarını olasılık, sıklık veya değer konusundaki bilinmezlikleri, odaklandıkları bir bilgi ile kıyaslayarak verdiklerini ortaya koymaktadır. Daha açık bir ifadeyle söylersek, hayatta hiçbir şey bir konu hakkında düşünürken o konudan daha önemli değildir.

Fiyatlarını arttırmak isteyen bir telekomünikasyon şirketinin şöyle bir ilan verdiğini görseniz ne düşünürsünüz: “İletişim ücretlerine ayda %10 zam yaptığımız konusundaki haberler tamamen asılsızdır. Zam oranımız sadece %2’dir.” Şüphesiz haberi okuyan birçok kişi zam oranının %10 olmaması nedeniyle rahat bir nefes alacaktır. Şirketin keyfi tutarlılığı tüketicileri kolayca manipüle etmiştir. %10 oranına odaklanan kişiler %2 zammı %10 ile kıyaslayarak rasyonel bir sonuca ulaştıklarını düşüneceklerdir.

Ev almak isteyen birçok kişi eğer daha önce yaşadıkları evin mutfağı küçükse büyük mutfaklı evi almayı daha çok isteyecektir. Her iki örnekten de anlaşılacağı üzere insanlar, yargısal kararlarında bazı faktörlere diğerlerine göre yüksek değer atfetmek gibi bir hataya sıklıkla düşerler.

2007 finansal krizi sonrasında ABD halkı, odaklanma hatasına sürekli düşülmesini, ekonomiyi yönetenlerin, tarihsel perspektifte gereken dersleri almamış olmasını oldukça içerlemişti. Krizin önceden hissedilerek gereken önlemlerin alınması durumunda tahribatın daha az olacağı ortak kanıydı. Fakat insan doğasının kolayca evrilemeyeceğine artık herkes inanmaya başlamıştı. Amerikalılar şöyle düşünüyorlardı: “1941 yılında, Japonya’nın Pearl Harbor’a saldırması öncesinde de birçok sinyal vardı. Japonların tüm hazırlıkları biliniyordu. Ama bu uyarılar tıpkı 2007 finansal krizi öncesinde olduğu gibi ciddiye alınmamıştı. Yerleşmiş an¬layışlar, belirsiz risklere karşı etkili önlemler almanın zorluğu ve maliyeti, dış kaynaklardan gelen verilerin bir araya getirilip analiz edilmesi mekanizmalarının oluşmamış olması, tıpkı o günkü gibi 2007 öncesinde de en temel yetersizlik olarak varlığını sürdürmekteydi. Düşüncelerine en fazla değer verilen, bilgi ve zeka yönünden en önde gelen gözlemciler, sinyalleri tek taraflı yorumlayarak, Japonya’nın Amerika’ya saldıramayacağını, çünkü kazanma şanslarının çok zayıf olduğunu söylüyorlardı. Bu tek ta¬raflı bakış açısından, Japon kültürü hakkında fazla şey bilmedikleri ortadaydı. Çünkü Japonların rasyonel bir kaybetme senaryosundan daha fazla onura önem verdiklerini hesaplayamamışlardı.”

ABD’nin, Japonların kazanamayacakları bir saldırıyı gerçekleştirmek istemeyecekleri düşüncesine demir atarak diğer bilgileri görmezden gelmesi, savaş tarihinin en acı olaylarından biriyle sonuçlanmıştı. Odaklanma hatasının, ihtimallerin değerlendirilmesindeki tek yönlülüğün aşılamaması durumunda ortaya çıktığı daima hatırlanmalıdır.

Şimdi girişte sorduğumuz soruya dönelim. Mona Lisa taşıdığı gizemler ile paha biçilmez bir tablodur. Ama paha biçilmezliğinin arkasındaki en önemli unsur tek olmasıdır. Başka bir Mona Lisa yoktur ve insanların odaklandıkları temel değer biçme mantığı bu argüman üzerine kuruludur. Peki ya aynı tablodan Leonardo’nun öğrencisi olarak siz de bir tane yapmış olsaydınız?..

1 Ocak 2012 tarihinde sanat tarihinin en tuhaf ve şaşırtıcı keşiflerinden biri yapılır. İspanya’daki Prada Müzesinde Mona Lisa’nın bir benzeri bulunur. Leonardo’nun stüdyosunda, gerçek Mona Lisa ile aynı anda yapılan bu tabloyu Leonardo’nun bir öğrencisi yapmıştır. Kopya Mona Lisa ile gerçek Mona Lisa birbirine inanılmaz derecede benzemektedir. Boya kalınlığı, kullanılan renkler ve tablo üzerindeki değişiklikler tıpatıp aynıdır. Hatta bundan daha ilginci orijinal Mona Lisa’nın arka planındaki ustalık bu tabloda daha belirgin ve çarpıcıdır. Öte yandan orijinal tablonun yüzeyinin temizlenmiyor olması Mona Lisa’yı soluk bir ortaçağ kadını yaparken bu tabloda yaşadığı ana götüren parlak bir genç kız haline dönüşmüştür. Sonuç; uzmanlara göre her iki tabloda aynı anda yapılmış ve eşit sanatsal ustalıktadır.

Sanat dünyası adeta şok olmuştu. Dünyanın en ünlü resmine karşı duyulan inanç bir anda değişmişti. Yüzyıllardır Mona Lisa hakkında üretilen sayısız duygusal teoriler bir anda rafa kaldırılmıştı. Otoritelerin odaklandıkları tüm değerler bir anda altüst olmuştu. 

İşte, finansal sistem içerisinde verilen kararlarda da bu odaklanmanın yarattığı olumsuzluklar ve kayıplar er ya da geç hissedilir. En doğru karar, en iyi analizlerle verilse bile bir gerçek asla gözden kaçırılmamalıdır: Mona Lisa’yı yapan sen bile olabilirsin!

Osmanlı'dan Bugüne Kişi Başına Gelir

Osmanlı ekonomisinin ne durumda olduğunu ayrıntılı olarak ölçebilecek durumda değiliz. Elimizdeki veriler çok sınırlı. Osmanlı ekonomisi üzerine yapılmış çok değerli araştırmalar ve yayınlar olsa da bu araştırma ve yayınlarda yer alan veriler bir bütün olarak bize Osmanlı ekonomisi hakkında tam bir bilgi veremiyor. Bu eksiklere karşılık İngiliz iktisatçı Angus Maddison’un OECD için yaptığı ve daha sonra bir proje haline dönmüş olan bir çalışması var. Bu çalışmada Maddison, ülkelerin nüfuslarını, GSYH’larını ve kişi başına gelirlerini 1 yılına (milat) kadar geri giderek hesaplamış bulunuyor.


Aşağıdaki tabloyu Angus Maddison’un söz konusu çalışmasından derledim
 (http://www.ggdc.net/maddison/oriindex.htm.)
(Tablo, 1923’e kadar Osmanlı İmparatorluğu, 1923 ve sonrası için de Türkiye Cumhuriyeti olarak dikkate alınmalıdır. Tabloda yer alan GSYH ve kişi başına gelir Geary-Khamis 1990 uluslararası dolarıyla hesaplanmış bulunuyor.)

Yıllar
GSYH (milyon USD)
Nüfus (bin kişi)
Kişi Başı Gelir (USD)
1500
3.780
6.300
600
1600
4.740
7.900
600
1700
5.040
8.400
600
1820
6.478
10.074
643
1923
9.882
13.877
712
1940
29.855
17.821
1.625
1950
34.279
21.122
1.623
1960
63.417
28.217
2.247
1970
110.071
35.758
3.078
1980
181.165
45.048
4.022
1990
305.395
56.561
5.399
2008
611.382
75.794
8.066

Tabloya göre Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfusu, II. Bayezit’in tahtta bulunduğu 1500 yılında 6,3 milyon iken GSYH’sı 3,8 milyar dolar ve kişi başına düşen geliri de 600 dolar imiş. III. Mehmet’in tahtta bulunduğu 1600 yılında da, II. Mustafa’nın tahtta bulunduğu 1700 yılında da GSYH’da artış olmakla birlikte nüfus da arttığı için kişi başına gelirde bir değişiklik olmamış. 1820 yılında II. Mamut’un padişahlığı sırasında kişi başına gelir ancak 643 dolara ulaşabilmiş.

Osmanlı İmparatorluğu çöküp de yerini Türkiye Cumhuriyeti aldığında kişi başına gelir 712 dolarmış. 2008 yılında kişi başına gelir 8.066 dolara ulaşmış. Osmanlı İmparatorluğu, yaklaşık 420 yılda kişi başına geliri 600 dolardan 712 dolara çıkarabilirken, Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’dan 712 dolar olarak devraldığı kişi başına geliri, 85 yılda 8.066 dolara yükseltmeyi başarmış.

1500 ile 1700 yılları arasında kişi başına gelirin artmamasının nedeninin büyük ölçüde Osmanlı İmparatorluğu’nun Rönesans, Reform ve Aydınlanma Çağının dışında kalmasıdır. Batıda, yavaş yavaş dinsel eğitimden bilimsel eğitime geçilmesiyle başlayan keşifler ve icatlara Osmanlı İmparatorluğu’nun yabancı kalması ekonomisinin gelişmesine de engel olmuş görünüyor.     

1820 ile 1923 arasında kişi başına gelir artışının son derecede sınırlı kalmış olmasının altında Osmanlı İmparatorluğu’nun sanayi devrimine girememesi yatıyor. Batıda her gün yeni buluşlar yapılır, teknolojide yeni gelişmeler kaydedilirken Osmanlı İmparatorluğu bunlardan uzakta kalmıştır. Buna ek olarak bu dönemde yaşanan toprak kayıplarının da gelir kayıplarına yol açtığını göz önüne almak gerek.
  
Lozan Antlaşmasıyla üzerine kalan ve ödenmesi 1954 yılına kadar süren Osmanlı dış borçlarına karşın, Türkiye Cumhuriyeti’nin kişi başına geliri artırmasının temelinde geç de olsa aydınlanma çağındaki atılımların, bilimsel eğitimin ve sanayi devriminin adapte edilmesinin bulunduğunu düşünüyorum. Petrol, doğalgaz gibi para getirecek kaynakları bulunmayan ekonomiler için çıkış yolunun bilime dayanan eğitimden geçtiği çok açık.

Atatürk bunu öylesine güzel bir sözle özetlemiş ki başkaca bir şey söylemeye gerek kalmıyor: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” (Yaşamın en gerçek yol göstericisi bilimdir.)   


Notlar/Açıklamalar:
1. Angus Maddison’un, tablonun altında değinilen kaynak eserinde geçen USD hesapları 1990 yılı bazlı Geary – Khamis Doları ile yapılmıştır. Uluslararası Dolar olarak da adlandırılan bu hesaplamada malların uluslararası fiyatlarının ortalamasına dayanan satınalma gücü paritesi esas alınmaktadır.

2. Bu analizi değerlendirirken Osmanlı / Türkiye topraklarının ve nüfus kapsamının karşılaştırmaya esas alınan yıllarda değişiklikler gösterdiği de dikkate alınmalıdır.

19 Ekim 2014 Pazar

ÇİN AMERİKAYI GEÇTİ

05:49 Posted by Hacker62 , No comments
Küresel Sistemin Görünümü
Önce küresel sistemin görünümüne bir göz atalım.

2013
Sayı
GSYH Payı (SAGP, %)
İhracat Payı (%)
Nüfus Payı (%)
Toplam Ekonomi
189
100,0
100,0
100,0
Gelişmiş Ekonomiler
36
43,6
61,2
14,7
     ABD

16,4
9,9
4,5
     Euro Blg

12,3
24,8
4,7
     Japonya

4,6
3,6
1,8
Gelişen Ekonomiler
153
56,4
38,8
85,3
     Çin

15,8
10,2
19,4
     Hindistan

6,6
2,0
17,7
     Rusya

3,4
2,6
2,0
     Brezilya

3,0
1,2
2,9
     Türkiye

1,4
1,0
1,1

Tablo bize 189 ülkenin 36’sının gelişmiş, 153’ünün gelişme yolunda olduğunu söylüyor. 36 geliş miş ülke dünya nüfusunun yüzde 14,7’sini, 153 gelişme yolundaki ülke ise dünya nüfusunun yüzde 85,3’ünü oluşturuyor. Tablo, 36 gelişmiş ülkenin dünya GSYH’sının yüzde 43,6’sını, 153 gelişme yolundaki ülkenin ise dünya GSYH’sının yüzde 56,4’ünü yarattığını gösteriyor. Dünyada yapılan toplam ihracatın yüzde 61,’’si bu 36 gelişmiş ülke tarafından yapılırken yalnızca yüzde 38,8’i 153 gelişme yolundaki ülke tarafından yapılıyor.

Amerikalılar, dünya nüfusunda yüzde 4,5’luk paya sahip olduğu halde dünya gelirinden yüzde 16,4 pay alıyorlar. Dünyanın en yüksek nüfusa sahip ekonomisi Çin, nüfusun yüzde 19,4’ünü barındırırken gelirden yüzde 15,8 oranında pay alıyor. Hindistan, nüfusun yüzde 17,7’sine sahip ama gelirden sadece yüzde 6,6 pay alabiliyor. Tabloda en adil görünüme sahip ekonomi olarak Türkiye görünüyor. 

2014’de Çin, ABD’yi SAGP’ye Göre Hesaplanan GSYH Büyüklüğünde Geçiyor
Şimdi gelelim 2014 tahminlerine.

2014
GSYH (milyar USD, cari fiyatlarla)
GSYH (milyar USD, SAGP)
Kişi başına gelir (Cari fiyatlarla, USD)
Kişi başına gelir (SAGP, USD)
ABD
17.416
17.416
54.678
54.678
Çin
10.355
17.632
7.572
12.893
Japonya
4.770
4.788
37.539
37.683
Almanya
3.820
3.621
47.200
44.741
Türkiye
813
1.512
10.518
19.556

(Bu tabloda sayıların yer aldığı 1 ve 3. sütunlarda yer alan sayılar cari fiyatlarla, yani ölçüldüğü anda geçerli olan fiyatlarla, 2 ve 4. sütunlarda yer alan sayılar ise satınalma gücü paritesine (SAGP) hesaplanmış sayılardır. ABD, karşılaştırmalara esas alınan doların sahibi olduğu için orası baz alınmakta ve dolayısıyla ABD’de cari fiyatlar, satınalma gücü paritesine eşit kabul edilmektedir.).

Cari fiyatlarla GSYH büyüklüğü olarak ABD en yakın rakibi Çin’in yaklaşık 7 trilyon dolar önünde bulunuyor. Buna karşılık SAGP’ne göre Çin, ABD’nin önüne geçmiş görünüyor. Bu durum ilk kez ortaya çıkıyor. Yani ABD, ilk kez SAGP ile ölçülen GSYH hesabında Çin’in gerisine düşüyor. Hiç kuşkusuz bir ekonominin zenginliğini ölçmekte GSYH büyüklüğü kadar, hatta ondan daha fazla, kişi başına gelir büyüklüğü de önemli. ABD ile Çin arasında gerek cari fiyatlarla gerekse SAGP ile kişi başına gelirde büyük fark var.

SAGP hesabı Japonya’yı hiç etkilemezken Almanya’yı olumsuz yönde etkiliyor. SAGP ile yapılan hesaplamaya bakılırsa sayıları en fazla fark eden ülke Türkiye. 813 milyar olan cari fiyatlarla GSYH’sı SAGP ile 1,5 trilyon doların üzerine çıkıyor. Benzer bir durum cari fiyatlarla 10.518 dolar olan kişi başına gelirin, SAGP ile 19.556 dolara yükselmesinde görülüyor.   


Geleceğe yönelik olarak yapılan bazı tahminler, Çin’in önümüzdeki çeyrek yüzyıl içinde cari fiyatlarla GSYH büyüklüğünde ABD’yi geçeceği üzerine kuruluydu. 2014 yılında Çin, ABD’yi SAGP ile GSYH büyüklüğünde geçiyorsa o tahminler de gerçekleşebilecek demektir. Buna karşılık benzer tahminler bir zamanlar hızla büyüyen Japonya için de yapılıyordu. Yaklaşık çeyrek yüzyıl önce durgunluk içine giren Japonya orada takıldı kaldı. Büyüme hızının son dönemde yavaşlaması Çin’in, ABD’yi geçip geçmeyeceği tartışmalarının yanında Japon sendromuna yakalanıp yakalanmayacağı tartışmalarını da gündeme getiriyor. 

Temel Makro Ekonomik Göstergeler 2014

05:45 Posted by Hacker62 , No comments
TÜRKİYE: TEMEL MAKRO GÖSTERGELER 

  

                   TURKEY: BASIC MACRO INDICATORS        



Açıklamalar:
(1) 2014 yılından önceki yıllara ait göstergeler gerçekleşmiş yılsonu göstergeleridir.
(2) 2014 yılı göstergeleri için: 
     (a) Dönem başlıklı son sütunda yer alan OVP ifadeleri söz konusu sayı veya oranlar için orta vadeli programda yapılmış yıllık resmi tahminleri gösteriyor. 
     (b) Dönem başlıklı son sütunda yer alan ay ifadeleri ise o sayı veya oranın yıllık tahminini değil, mevcut son durumunu gösteriyor.