Ekonomik ve Mali Analiz

3 Şubat 2016 Çarşamba

Katılım/İslami Bankacılık

Ziraat Katılım
İslami bankacılık sistemi olarak bilinen bankacılık sistemi aktivitelerini Şeriat'la belirlemektedir. Şeriat ödünç verilen paradan para kazanmayı (faizcilik ve tefecilik) yasaklamaktadır.
Faiz yasak olduğu için mevduat olarak toplanan para reel ekonomiye yatırılır. Sabit faiz yerine kâr/zarar ortaklığı söz konusu olduğundan bankalar, para yatıracağı projeleri daha özenli incelerler ve sağa sola kredi dağıtmayıp sadece sağlam projelere yatırırlar. Dolayısıyla İslâmî bankalar Dünya'nın en sağlam bankaları arasındadır, finans krizlerinden pek etkilenmemişlerdir. Çünkü sıkı dokuyup ince eledikleri için paraları spekülatif finansal işlemler yerine sağlam geri dönüşümü olan projelere yatırırlar.

Tarihçesi

İslâmî bankacılık, ilk defa 1970'li yıllarda ortaya çıktı. Sebep olarak da petrol fiyatlarındaki artıştan sonra Körfez ülkelerinde meydana gelen sermaye birikimi gösterilir. Kullanılan ilk yöntemler emek ve sermaye ortaklığı (mudarabe) ve sanayi yatırımlarında gereken sermayenin bir kısmının karşılama (müşareke) şeklinde olmüştur.[1]
O tarihten itibaren Dünya'da üç bölgede İslamî bankacılık yayıldı.
  1. Körfez bölgesi: Burası İslamî bankacılığın başladığı yerdir. İslamî finans, bu bölgede Abu DhabiBahreynDubaiKatarKuveyt ve Suudi Arabistan'da yaygın olur ayrıca Ortadoğu'nun bâzı ülkelerinde de yaygınlaşmıştır.
  2. Uzakdoğu bölgesi: BruneiEndonezyaMalezya ve Singapur'dan oluşan bu bölgede Müslümanlar hem varlıklı, hem de nüfusun hatırı sayılır bir çoğunluğunu ellerinde bulundurmalarından dolayı İslamî bankacılık burada da yayılmıştır.
  3. Batı piyasası: Londra merkezli Batı piyasalarında artık büyüyen faizsiz borç pazarını göz ardı etmek istemediğinden konvansiyonel bankaların alt birimleri bu esasa uygun işlemler yapmaya başlıyor.[1]
Ancak Türkiye, bilhassa ilk iki bölgeyle kıyaslandığında son yıllarda İslamî finansman konusunda hızlı bir ilerleme kaydedemedi. Yalnız sukuk konusunda gelişmeler yapıldı.[1]

Nasıl çalıştığı

İslâmî bankacılıkta paradan para kazanma yoktur. Parayı reel ekonomiye yatırıp reel ekonomiden kazanma vardır. Dolayısıyla önceden belirlenmiş bir kâr mevzubahis olamadığı gibi bankalarla işlem yapanların para kaybetmeleri de mümkündür.

En yaygın İslâmî bankacılık yöntemleri

İslâmî bankacılık işlemleri arasında mudarebe (bir taraftan sermaye, diğer taraftan işletme olmak üzere oluşturulan emek-sermaye ortaklığı); murabaha (sermaye sahibinin bir malı satın alıp belli bir kâr payı ekleyerek müşterisine vadeli olarak satması); müşareke (bir işletmenin sermayesine katılma, ona ortak olma); icare (bir mülkün veya donanımın kiraya verilmesi) ile birlikte icare ve iktina (İslamî leasing) sayılabilir.[2]
  • İcara: Bu sistem konvansiyonel bankalara benzer şekilde çalışır. Katılım bankaları icare yöntemiyle gayrimenkul, makine gibi reel varlıkların finansmanı için kaynak sağlar. Yaygın olarak kullanılan türü, mülkiyetin devri ile sona eren kira sözleşmesidir.
  • İsticrar: Bir malın alıcı tarafından satıcıya belirli zamanlarda alınacağının vadedilmesini konu alan mukavele şeklidir. Bâzı bankalar tarafından müşterilerin doğal gaz, elektrik, su gibi ödemelerini finanse etmede kullanılır.
  • İstisna: Halihazırda var olmayıp gelecekte üretilecek bir malın satılması işlemi olup genellikle tarım ve inşaat projelerinde uygulanır. Müşteri, belirli bir peşinat ödedikten sonra kalan tutarı taksitler hâlinde bankaya geri öder. Bu yöntem, özellikle Körfez ülkelerinde büyük ölçekli inşaat projelerinin finansmanında başarılı bir şekilde kullanılmaktadır.
  • Karz-ı hasen: Bir günlük olarak verilen faizsiz kredilere verilen addır. İşlemin yerli para cinsinden kullanımı mümkündür. Bu sistemde maddî sıkıntıya düşmüş kişiye mâlî yardım yapmak üzere ihtiyaç duyduğu tutar verilerek hiçbir menfaat temin etmeden borç aynıyla geri alınır.
  • Menafaa: Bankanın telekomünikasyon, ulaşım gibi alanlarda faaliyet gösteren firmalara ait hakların (bilet, kontör gibi) mülkiyetini firmalardan peşin parayla satın aldığı finansman modelidir.
  • Mudarabe: Emek sermaye ortaklığı demektir. Burada banka, yatırım için ihtiyaç duyulan kaynakların tamamını sağlarken, müşteri emeğini koyar. Yapılan işlemden oluşan kâr, başlangıçta mutabakat olan oranlarda banka ve müşteri arasında paylaşılır. Zarar olması durumunda müşterinin herhangi bir kusuru yoksa zararı banka üslenir. Sistem, genellikle ticaret finansmanında kullanılır.
  • Murabaha: En sık kullanılan İslamî finansman yöntemlerinden biridir. Bu metotta banka, müşterisinin istediği malı bizzat satın alarak belirlenen oranlarla vade farkı eklemek suretiyle müşterisine satar. Müşteri de malın peşin fiyatı ve bankaya ödeyeceği kâr payı konusunda bilgilendirilir. Pratik ve getiri oranı yüksek olan bu yöntem, Türkiye'de de en sık kullanılan finansman yöntemidir. Özel kişilere ve firmalara kısa ve orta vadeli ticarî krediyi esnek bir mekanizmada takdim eden murabaha, mikro ve küçük ölçekli işletmelerin finansmanında da önemli bir rol oynar.
  • Müsaveme: Bir eşyaya kıymet addedilerek pahalandırılması ve pazarlanması gibi anlamlara gelen müsaveme, fıkıhta bir malın maliyeti ve kâr oranı açıklanmadan pazarlık usulüyle satılması şeklinde tanımlanır. Bu metot murabahaya oldukça benzemekte olup ondan temel farkı, malın maliyetinin alıcı tarafından bilinmemesidir.
  • Müşareke: Burada katılım bankası gerekli sermayenin bir kısmını karşılarken diğer kısmını müşteri bizzat karşılar. Yapılan ortaklık sonucunda elde edilen kâr, başlangıçta anlaşılan oranlarda paylaşılır; oranın sermaye paylarıyla aynı olması şart değildir. Müşteri, yapılan işe sermayeye ek olarak emeğini kattığı için kârdan daha yüksek oranda pay alabilir. Herhangi bir zarar oluşması durumunda ise ortaklar payları oranında zarardan etkilenirler. Bu yöntemle genellikle sanayi finansmanı yapılır.
  • Muzaraa: Ziraat ortakçılığı demek olup en az iki kişinin tarım alanında ortaklaşa iş yapmasıdır. Bir taraftan arazi alınırken diğer taraftan çalışma ve emek konulmak suretiyle çıkacak ürünün belirlenmiş bir oran dahilinde paylaşılması şartıyla yapılan bir ortaklık anlaşmasıdır.
  • Müsakat: Muzaranın çok benzeri olan bu metotta ürün meyve ağaçlarıdır.
  • Selem: Belirli bir mal veya hizmetin bedelinin tamamının peşin olarak ödenip ileri bir vadeyle satın alınmasıdır. Banka, peşin ödemeyle gelecekte üretilecek malı satın alır, fakat malı satmak için vadesini beklemek zorundadır. İslam hukukuna göre para, altın, gümüş ve para benzeri varlıkların bu yöntemle satışı, elde edilen gelir faiz olarak değerlendirildiği için kesinlikle yasaktır. Özellikle İran'da uygulanan bir finansman yöntem olan selemin getireceği riskten korunmak amacıyla bankalar paralel selem işlemi de yapabilmektedir.
  • Sukuk: Arapça faizsiz bono olarak bilinen bu metot, bilhassa 2005'ten beri popülerleşmeye başlamış finansal bir araçtır. Fakat İslam hukukuna göre menkûl kıymet olabilecek varlıklar nispeten sınırlıdır. Buna göre ana firma, işleme konu olan malları özel amaçla kurulmuş bir şirket üzerinden varlıkları menkul olarak kıymetleştirerek yatırımcılara satar. 14 farklı şekli bulunmaktadır.
  • Tekafül: Arapça kökenli kefalet kelimesinden türemiş olan bu kelime, sözlükte 'dayanışma' demek olup 'İslamî sigorta' olarak da bilinir. Tekafül, çeşitli formlarda yüzlerce yıldır uygulanmaktadır. Mesuliyetin paylaşılması esasına dayanarak riskin belirli gruplar arasında dağıtılması esasına dayanır.
  • Teverruk: Malın taksitle alınıp satıcıdan başka birine peşin olarak satılmasıdır. Böylece nakit paraya ihtiyacı olan kişinin ihtiyacı karşılanır. Hanbelî Mezhebi'ne göre yapılmasında sakınca yoksa da başka mezheplerce kabul edilmez. Bu sistem, ödeme güçlüğü çeken müşterilerin borçlarını yeniden yapılandırmada kullanılabilir.

Türkiye'de İslamî bankacılık

Son yıllar gelişmesine rağmen Dünya'da belli başlı merkezlerde takdim edilen ürünlerin henüz çok azı Türkiye'de müşterilere takdim edilebiliyor. Türevleriyle birlikte Dünya'da 50'den fazla İslamî finans ürünü varken Türkiye'de katılım bankaları tarafından 2015 itibariyle murabaha ve sukuk başta olmak üzere henüz beş ürün hizmete sunuluyor. Dünya'da 75 ülkede 700 İslamî finans kuruluşunun 2013 itibariyle toplam aktif büyüklüğü 1.8 trilyon dolarıdır. 2009 krizi sonrasında daha çok bilinen İslamî finans pazarının büyüklüğünün 2020 yılında 6.5 trilyon dolara ulaşacağı bekleniyor. Faizsiz bankacılıkla 2025'e kadar Dünya'daki Müslüman nüfusun tasarruflarının yarısını kendine çekebileceği tahmin ediliyor. Sektör temsilcilerine göre Türkiye'de hâlâ karz-ı hasen, istisna, mikro kredi, selem gibi ürünlerin olmaması bir eksik olarak görülüyor.[1]
Bir yandan ürün azlığından şikâyet edilen Türk İslamî bankacılığı, diğer taraftan Avrupa'ya açılmış durumda. Kuveyt Türk23 Temmuz 2015'te Frankfurt’ta Avrupa'daki ilk şubesiyle faizsiz bankacılığı Almanya'da başlattı. Banka, yakın zamanda şubelerini bütün Avrupa’da açmayı hedefliyor.[3]
Türkiye'de faizsiz bankacılığın daha çabuk gelişmesi için Malezya İslam Bankaları BirliğiTKBB ile 2012 yılında bir işbirliği anlaşması imzaladı. Bu anlaşmayla Dünya'da kullanılan 52 üründen Türkiye'de kullanılmayan ürünlerin katılım bankacılığına kazandırılması hedeflendiyor.[1]
Türkiye, 2015 civarı Bahreyn ya da Malezya modellerinden birine adapte olmaya çalışmaktadır. Yurt dışında kullanılan kira sertifikaları, teverruk, müşareke, karz-ı hasen, tekafül ve selem ile birlikte isticrar, menafaa, müsaveme ve musakaat gibi birçok ürünün potasiyeli olduğunu Türkiye finans ve hazineden sorumlu genel müdür yardımcısı Ali Güney ifade etmiştir. Uluslararası finansal danışmanlık şirketi Ünlü & Co. Borç Finansmanı ve Danışmanlık Bölümü Yönetici Direktörü Ayşe Akkın ise, İslamî finansman modelinin mutlaka bir varlığa dayalı olması gerektiğinden daha güvenli olduğunu vurguluyor. Akkın, talebin yeterince olmaması ve hukukî altyapının daha elverişli olmaması sebebiyle Türkiye'de Dünya'da yaygın olarak kullanılan araçların yalnızca bir kısmının kullanılabildiğini ifade ediyor.[1]

Devletin katkısı

Türkiye’de Hükûmet, kamu bankaları eliyle İslamî bankacılığı güçlendirmek üzere harekete geçiyor. Faizsiz ya da katılım bankacılığına göre işlem yapmak üzere devlet, 2014'teZiraat Bankası’na izin verdi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) 15 Ekim 2014 tarihinde Resmî Gazete'de yayınlanan kararıyla Ziraat Bankası, bu alana 300 milyon dolar sermayeli bir “katılım bankası” ile girecek; bu iş için bu bankaya dokuz ay süre tanınıyor. Aynı zamanda faizli bankacılık yapan Ziraat Bankası'nın haram kârlarının faizsiz parayla karışmaması için sermayenin Ziraat’in değil, Hazine’nin olması üzerinde duruluyor. Plana göre Ziraat Bankası'ndan sonra devlete ait Vakıflar Bankası da faizsiz bankacılığa yönelecek; bu banka Vakıflar Genel Müdürlüğü aracılığı ile katılım bankası kuracak. Vakıfbank’ın ana ortağı olan Vakıflar Genel Müdürlüğü, kurulacak katılım bankasının büyük hissedarı olarak sermayeyi koyacak ve böylece Ziraat'te mevcut olan faiz problemi yaşanmayacak. Vakıflar Bankası ile eş zamanlı veya hemen arkasından Halk Bank da faizsiz bankacılığa geçerek devletin bütün gücüyle bu alana yoğunlaşması sağlanmış olacak.[4]

Maliye Nedir?

Maliye
Maliye bölümü, kökü Ankara Mülkiye'ye[1] dayanan 1981 sonrası yüksek öğretimin yeniden yapılanmasıyla diğer iktisadi fakültelerde de açılan ve ilgi alanı kamu kesimi ekonomisi olan bölüm.
Cumhuriyet döneminde İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi[2] ile İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi[3] Türkiye'de Maliye bölümlerinin doğmasına katkı sunmuştur.
Maliye lisans eğitimi dünya genelinde Türkiye'de ve birkaç Uzakdoğu ülkesinde verilmektedir. Batı ülkelerinde "Maliye" adı altında lisans programı yoktur. Batılı ülkelerde mali konularda daha çok "Kamu Ekonomisi" adı altında yüksek lisans ve doktora eğitimi verilmektedir.

Etimoloji

Maliye, kavramsal olarak finansla aynı anlamda olmasına rağmen, amaç ve uygulama yönünden kazandığı anlam itibariyle farklı kullanılmaktadır. Maliye; İngilizce'de "public finance", Fransızca'da ise "finance publique" olarak kullanılmaktadır. Maliye kelimesi ise dilimize Tanzimattan önceki yıllarda girmiştir. Kelimenin kökü ise "mal" teriminden kaynaklanmaktadır. 1837 yılında kurulan Umur-ı Maliye Nezareti(Maliye Bakanlığı) ile "maliye" kelimesi Türkçe'ye yerleşmiş ve yaygınlaşmıştır.

Tarihçe[değiştir | kaynağı değiştir]

Maliye'nin bir bilim olarak ortaya çıkışı, insanlık tarihi açısından yeni sayılır.[2] 17. ve 18. yy'da Avrupa'daki gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan "maliye", özellikle 1929 ekonomik buhranı ile önemi artarak ekonomi ve hukuku da içinde barındıran bir disiplin halini aldı. Klasik liberal politikalardaki piyasalara devlet müdahalesinin olmaması anlayışı -özellikle 1929 yılında yaşanan ekonomik buhranla birlikte- ekonomik sorunların maliye politikaları ile çözülmesi gerekliliği fikri nedeniyle etkinliğini yitirdi.[2] Bu gelişmeler maliye biliminin önemini arttırdı.
Maliye'ye yönelik en ayrıntılı tanımlama Henry Carter Adams'a aittir. Bu tanıma göre, kamu maliyesinin mali mevzuat ve mali yönetim ilkeleri ile kamu gelir kaynaklarını ilgilendirdiğini, kamu harcamalarını, bütçeyi, mali kuruluşları, devlet mallarını, vergilemeyi ve devlet borçlanmasını kapsadığını ortaya koymaktadır.
Maliye, gelişim süreci içerisinde pek çok bilim adamı tarafından bağımsız bir disiplin olarak ele alınmış olmasına rağmen, Louis Trotabas gibi bazı bilim adamlarınca maliye kamu hukuku içerisinde ele alınmıştır.

Türkiye Tarihçesi

Türklerin İslamiyet'e ilk geçişleri döneminde Müslüman ülkelerde devletin malî işlerini göre "Beyt-ül mal" bulunmaktaydı. Devletin görevlerini icra edbilmesi için gerekli olan gelirleri toplayan ve giderlerin yapılmasını sağlayan Beytülmal'ın gelir ve giderleri devlet yönetiminin başı tarafından kontrol edilmekteydi. Osmanlı Devleti döneminde devletin tüm malî işlemlerinin görüldüğü bir kuruma dönüşen malîye teşkilatı 1442 yılında ilk defa kuruluşundan bu yana kurumsal yapısı ile devlet kurumları arasında önemli bir yere oturmuştur. 1837 yılında ise Umur-ı Maliye Nezareti olarak ilk Maliye Bakanlığı kurulmuştur.

Kamu Maliyesinin Amaçları

  • Kaynak dağılımında etkinliğin sağlanması
  • İktisadi istikrarın sağlanması
  • Bölüşümde etkinliğin sağlanması
  • İktisadi kalkınmanın sağlanması
  • Regülasyon fonksiyonu

Kamu Maliyesinin Araçları

  • Maliye politikası
  • Borç politikası
  • Borç yönetimi politikası araçları
  • İktisadi araçlar (dış ticaret, istihdam, ücret politikaları)

Gelir Uzman Yardımcılığı

GUY
Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı, Gelir Uzmanı olarak yetiştirilmek amacıyla çeşitli öğrenim dallarından mezun adaylar arasından, giriş sınavıyla Gelir Uzman Yardımcısı istihdam etmektedir.
Bu rehber, memurunyeri.com tarafından, KPSS (A) grubu kadrolara hazırlanan memur adaylarına yardımcı olması amacıyla hazırlanmıştır.
Gelir Uzman Yardımcısı kimdir?
Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı bünyesinde görevlendirilmek üzere işe alınan Gelir Uzman Yardımcıları, kariyer meslek içerisinde ilerleyerek Gelir Uzmanı kadrolarına atanabilmektedirler. Gelir İdaresi Başkanlığının çeşitli birimlerinde görevlendirilen Gelir Uzman Yardımcıları, ücretlerinin kariyer unvanlardaki diğer uzman yardımcılarına göre daha düşük belirlenmiş olmasından şikayetçiler.
Ne kadar maaş alırlar?
Gelir Uzman Yardımcılarının aylık ücretleri, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine göre ödenmektedir.
9 uncu derecenin 2 inci kademesinde olup hizmeti bulunmayan, bekar (ya da eşi çalışan) ve çocuksuz bir Gelir Uzman Yardımcısı, 2016 yılında göreve başlaması halinde aylık 3.072 TL Net ücret alabilecektir.
Belirtilen aylık net ücrete Yabancı Dil Tazminatı dahil değildir.
Uzman Yardımcılığına giriş
Gelir Uzman Yardımcılığına, KPSS (A) sonuçlarına göre Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından belirlenen puan türü veya türlerinden yeterli puanı alan adaylar arasında yapılan, yazılı ve sözlü bölümlerden veya yalnızca sözlü bölümden oluşan giriş sınavı ile girilir.
Atandıkları yerde bir süre çalışma zorunluluğu
Giriş sınavı duyurusunda atanılacak yerlerin belirlenmiş olması halinde, atanılan yerlerde beş yıl süreyle çalışılması zorunludur. Bu sürenin hesabında, fiilen çalışılmayan sürelerden yalnızca yıllık izinde geçirilen süreler fiilen çalışılmış sayılır. Bu süreyi doldurmayanların kurum içi nakilleri yapılmaz. Ancak, göreve başladıktan sonra özür halleri ortaya çıkanlar ile karşılıklı yer değiştirme suretiyle atanma isteminde bulunanlar, atanmak istedikleri yerlerde hizmetlerine ihtiyaç duyulması kaydıyla, bu süreyi tamamlamadan durumlarına uygun yerlere atanabilirler. Atanılan yerde beş yıl süreyle çalışma zorunluluğunu doldurmamış uzman ve uzman yardımcıları karşılıklı yer değiştirme talebinde bulunabilir.
Bu şekilde atanan uzman ve uzman yardımcıları, nakil yasağı olan süre zarfında atandıkları yerin dışında başka bir yerde (atanılan yerde bulunan Maliye Bakanlığı Vergi Denetim Kurulu birimleri hariç), tedviren, vekaleten veya geçici olarak görevlendirilemezler.
Yetiştirilmeleri
Yetiştirilme dönemi, uzman yardımcısı kadrosuna atanma ile başlayıp, yeterlik sınavı sonucunda uzman kadrosuna atanmaya kadar geçen süreçtir. Bu süreçte uzman yardımcıları çeşitli eğitim ve stajlar yoluyla yetiştirilirler.
Yeterlik sınavı
Yeterlik sınavı, uzman yardımcılarının görev ve yetki alanlarını ilgilendiren mevzuat ve uygulamaları ile mesleğin gerektirdiği bilgi ve nitelikleri kazanıp kazanmadıklarını saptamak için yapılan sınavdır.
Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından uygun görülen yer veya yerlerde yapılabilecek olan yeterlik sınavına, uzman yardımcısı olarak asgari üç yıl çalışmış olanlar, en az iki ay önce bildirilmek suretiyle, yeterlik sınavına çağrılırlar. Aylıksız izinli olarak geçen süreler ile refakat ve hastalık izinlerinin üç ayı aşan kısmı üç yıllık süreye dâhil edilmez.
Yeterlik sınavı yazılı ve sözlü olmak üzere iki bölümden oluşur. Yazılı ve sözlü sınav puanlarının aritmetik ortalamasına göre uzman yardımcılarının yeterlik sınavı başarı puanı hesaplanır.
Uzmanlığa atanma hakkının kaybetme
Yeterlik sınavında başarılı olamayanlar veya sınava girmeye hak kazandığı hâlde geçerli mazereti olmaksızın sınav hakkını kullanmayanlara, bir yıl içinde ikinci kez sınav hakkı verilir.
İkinci yeterlik sınavında da başarı gösteremeyen veya geçerli mazereti olmaksızın ikinci sınav hakkını da kullanmayanlar uzman yardımcısı unvanını kaybederler ve derecelerine uygun memur kadrolarına atanırlar.
Gelir Uzmanı kadrosuna atanma
Yeterlik sınavında başarı gösteren uzman yardımcıları, uzman kadrosuna atanırlar.
Uzman yardımcılarının görev ve sorumlulukları
Uzman yardımcıları;
-Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ve diğer mevzuatta belirtilen iş ve işlemlerden
-Kendilerine verilen görevlerin zamanında ve mevzuata uygun olarak yerine getirilmesinden
-Tahakkuk ve tahsilata ilişkin işlemlerin zamanında ve doğru olarak yerine getirilmemesinden doğan Hazine zararlarından
sorumludurlar.





2 Şubat 2016 Salı

En iyi ve en güvenli para kazanma şekli sayılardır!

09:13 Posted by Hacker62 , , No comments
Money

Piyasalarımız geliştikçe ekonomi haberciliğimiz de gelişiyor. Haberlerin manşetleri ve yorumcuların değerlendirmeleri artık otoriteleri bile endişelendirmeye başladı. Birçok kişi, haberlerin doğal halleriyle değil de pazarlayanların çıkarlarını destekleyecek şekilde verildiğinden endişeli. Yani birilerinin bu haberler üzerinden haksız çıkar elde ettiği düşünülüyor. Bu yöndeki kontrol ve denetimlerin eksik olması ekonomi haberciliğini çılgın bir arenaya çevirmiş durumda. Herhangi bir yorumcunun kendi servetine servet katacak bir haber ya da yorum yapması artık çok kolay. Mesela muhtemelen hisse senetlerine yaptığı yatırımdan istediği kazancı elde edemeyen bir ekonomi muhabirinin tıpkı bugünkü haberlerde olduğu gibi "Yatırımcı daha fazla risk almalı" başlıklı bir haber pazarlaması gibi. Kontrol altında tutulmayan bu tür bir habercilik tek bir sonuca ulaşır: Suç!

Sosyal kuramcılar, suç bilimciler ve sosyologlar 1990'lı yıllara kadar ABD'li sosyolog Robert Merton'un izinden gitmişler ve suçun açgözlülük ve yoksunluk ile ilişkili olduğunu düşünmüşlerdi. Bu düşünceye göre suç eksik aile geçmişi ve yetersiz ekonomik koşullara bağlıydı. 80'li yılların sonunda UCLA Üniversitesinden genç bir sosyolog olan Jack Katz Amerikan tarihinin önemli suçlularının hayatını incelerken herkesin gözünden kaçan bir şeyi yakalar: Azılı suçluların birçoğu klasik yaklaşımın belirttiği yoksunluk ve açgözlülüğe sahip değildir. Konuyu biraz daha derinlemesine incelediğinde Katz kriminoloji biliminin akışını değiştiren "enfes suç" teorisini geliştirir. Katz'a göre suçluları asıl yönlendiren farklı olma, ünlü olma, sınırları aşma yönündeki ezici isteklerdir. Heyecan, zevk ve cesaret suçun yeni anlamıdır. Suç, ötekilerden üstün olduğunu göstermenin bir ifadesidir. Ötekileri kurnazlıkla yenmek ve oyunun kurallarını kendi lehine çevirerek başkalarından üstün olduğunu göstermek insanları aldatma isteğinin temel amacıdır. Sanıyoruz Katz'ın Kültürel Kriminolojinin temeli sayılan bu teorisinde, kapitalizmin duyguları bastırmayı kınayan doğasının etkili olduğunu söylemek sanırız hatalı bir çıkarım olmayacaktır. 

İşte Katz'ın ortaya koyduğu enfes suçu bugün ekonomi haberciliği işliyor görünmektedir. Başarı, şöhret, statü ve haz arayışının sektörün bir kısmını kuralları çiğnemeye ve sadece duygusal olduğunu düşündükleri bu suçları işlemeye yönlendirmiş gözüküyor. Vicdanları ile aldıkları kararların klasik suç teorisi açısından duygusal suç olduğunu düşünseler de Katz'a göre enfes suçtur ve bir hırsızın ya da dolandırıcının yaptığından farkı yoktur. Tüm bu görüntüden şu sonuca ulaşmak oldukça kolaydır: TV kanallarımızda yıllardır gördüğümüz ekonomi ve finans haberciliği, ötekilerden üstün olduğunu gösterme arayışından başka bir şey değildir. Ötekileri kurnazlıkla yenmek, oyunun kurallarını kendi lehine çevirerek bundan başarı ve statü elde etmek ve insanları aldatarak para kazanmak... İşte hepsi bu!

Ekonomiye uzak olan birçok kişi için göstergeler ve rakamlar üzerine yapılan yorumların ne kadar endişe verici olduğu bilinemez. Bir yorum ya da onun tam tersi, piyasa psikolojisine yön vermek açısından ne kadar etkili olur diye küçümsenebilir. Ama iyi bilinmelidir ki küresel ekonomi bu rakamlarla yürür. Tüm zenginlik bu rakamlar üzerine kurulan piyasalardan gelir. 

Amerikanın en ünlü suçlularından John Allen'ın şu sözü ekonomi haberciliğimizin enfes suçu neden işlediğini anlatıyordur herhalde: "Kadın ticareti iyi bir para kazanma yoludur; narkotik ise en hızlı para kazanma yolu. Ama yine de en iyi ve en güvenli para kazanma şekli sayılardır."

Lehman neden battı?

09:04 Posted by Hacker62 No comments
Lehman
Hisse senedi piyasalarının arka sokaklarının ne kadar tehlikeli olduğunu herkes bilir. Şimdi anlatacağımız hikaye, bu karanlığın ve tehlikenin boyutlarının sınırsızlığını sanıyoruz tam anlamıyla ortaya koyacak türden.

Lehman Brothers neden battı? Artık bunun yanıtını herkes öğrenmiştir herhalde. Yetersiz sermaye, yüksek kaldıraç ve bol riskli yatırımlar.

Peki, aynı yanlışlıkları yapan Citibank, Bank of America ya da JPMorgan batmazken Lehman Brothers neden battı? Politik gerekçelerden öteye somut bir finansal yanıtın verilemediği bu soru bugün yanıtını bulmuş gözüküyor.

Amerikan tarihinin en büyük iflasını 15 Eylül 2008 tarihinde halka duyuran Lehman Brothers’ın son günlerine dönelim. Lehman’ın ayakta kalmak için çabaladığı günler. Piyasalardaki gerginlik son haddinde. Finansal kurumlar can çekişiyor. Tarihler 11 Eylül. Yani iflas kararının ilanının 4 gün öncesi. Amerikan Sermaye Piyasası Kurulu(SEC) ve Bloomberg’in verilerine göre; 11 Eylül tarihinde, 32.8 milyon adet Lehman hisse senedi çıplak açığa satış (naked short selling)yapıldı ve bir daha geri alınmadı. Daha doğrusu alınmaya gerek kalmadı. Çünkü şirket battı. Satış ve alış fiyatları arasındaki fark yerine satış bedelinin tamamı kar olarak birilerinin cebine indi. Manipülasyon, suistimal, düzenleme eksikliği… Ne denirse densin, tam anlamıyla bir ahlaki çöküş.

CEO Richard Fuld’un iflastan birkaç hafta sonra kongreye verdiği ifadede, çıplak açığa satışın şirketin batışının ebesi olduğunu söylemesi sanırız her şeyi çarpıcı şekilde özetliyor. Zaten hemen akabinde de, bu tehlikeli silaha dur denmiş, kritik şirketler için açığa satış yasaklanmıştı.

Stresli dönemlerde açığa satış yangına benzin dökmek gibi bir sonuç yaratır. Kısaca anlatmak gerekirse, herhangi bir portföyde bulunan hisse senetleri ödünç alınarak piyasa da satılır. Kararlaştırılan süre sonunda, aynı sayıda hisse senedi piyasadan satın alınarak portföye iade edilir. Fiyatlar düşerse, alış satış arasındaki farktan kar elde edilir. Bu bilinen şekliyle açığa satıştır. Çıplak açığa satışta ise hisse senetleri ödünç alınmadan piyasada satılır. Yani olmayan hisse senedi üzerinden kar elde edilir. Gerek Lehman gerekse Bear Stearns’ün erken çöküşlerinde, çıplak açığa satış ve doğrulanmayan söylentilerin payı büyüktür.

Diğer önemli bir husus ise açığa satılan hisse senetlerinin neden geri alınamadığı ve şirketin iflas ettiğidir. Bu kısım tamamiyle arz ve talep ile ilgili. Olmayan hisse senetlerinin açığa satışı piyasada canlılık yaratarak yatırımcıları cezbeder. Yatırımcılar bu hisseleri satın alırlar. Çok geçmeden satış baskısı fiyatları oldukça aşağıya çeker. Bu noktada pozisyonunu kapatmak isteyen açığa satışçılar piyasadan aynı tutarda hisse almak isterler. Ama bu düşük fiyatlardan satıcı bulamazlar. Satıcı bulunmadığı sürece fiyatlar daha da düşer. Öte yandan, olmayan hisse senetleri piyasada satıldığından geri alım talebini karşılamak mümkün değildir. Bunun için şirketin izinsiz hisse senedi ihraç etmesi gerekecektir. Bu da imkansız bir durumdur. Artık tek bir ihtimal kalmıştır ve sonunda kaçınılmaz final gerçekleşir…

İşte, bir buçuk asırlık Lehman Brothers, finansal sistemin egzotik bir enstrumanı tarafından böyle çökertildi.