Ekonomik ve Mali Analiz

23 Nisan 2015 Perşembe

AKP'nin Ekonomide 12 Yılı

19:17 Posted by Hacker62 No comments
AKP, 3 Kasım 2002 tarihindeki genel seçimleri kazanarak iktidar olduğu için ekonomiyi yönetmeye başladığı 2002 yılsonunu başlangıç olarak almak doğru olacaktır.  

Aşağıdaki tabloda AKP’nin 2003 – 2014 yılları arasındaki 12 yıllık siyasal iktidarının makroekonomideki yansımaları yer alıyor. Bu tabloyu kalem kalem ele alarak değerlendirelim:

(1) AKP, 231 milyar Dolar olarak aldığı GSYH’yı 12 yılsonunda 800 milyar Dolara çıkarmıştır. Bu, yaklaşık 3,5 kat artış demektir. Bu artışın başarı derecesini ölçebilmek için Türkiye’nin de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkeler grubunun toplam GSYH’sının nereden nereye çıktığına bakmak gerekir. Gelişme yolundaki ülkelerin toplam GSYH’sı 2002 yılında 6,9 trilyon Dolar iken 4,4 kat artışla 2014 yılında 30,5 trilyon Dolara ulaşmış. Demek ki Türkiye’nin bu 12 yılda GSYH’da sağladığı 3,5 kat artış, bulunduğu grubun toplam artışının gerisinde kalmış. Ayrıca Türkiye’nin 2014 yılında GSYH’sının bir önceki yıla göre gerilemiş olması çarkın ters dönmeye başladığının bir göstergesi olarak alınabilir.


(2) Kişi başına gelirde Türkiye, AKP iktidarının ilk 6 yılında hızlı sayılabilecek bir artış temposu yakalamış ama ondan sonraki 7 yılda yerinde saymaya başlamıştır. Dünya GSYH’sının dünya nüfusuna bölünmesiyle ortaya çıkan kişi başına gelir ortalaması kabaca 10 bin dolar dolayındadır. Bu miktar dünya için kişi başına ortalama gelir olarak kabul ediliyor. Bu gelir düzeyine gelip takılan ve yukarıya gidemeyen ekonomilere de ‘orta gelir tuzağındaki ekonomiler’ deniyor. Türkiye, kişi başına gelirdeki gelişmelere bakıldığında, son 7 yıldır orta gelir tuzağına takılıp kalmış bir ekonomi görünümü veriyor.

Yıllar
GSYH (Milyar USD)
Kişi Başına Gelir (USD)
Büyüme (%)
Enflasyon (%)
İşsizlik (%)
Bütçe Açığı (%)
Cari Açık (%)
2002
231
3.492
6,2
29,8
10,8
-11,2
-0,3
2003
305
4.565
5,3
18,4
11,0
-8,8
-2,5
2004
390
5.775
9,4
9,3
10,8
-5,4
-3,7
2005
482
7.036
8,4
7,7
10,6
-1,5
-4,6
2006
526
7.597
6,9
9,6
10,2
-0,5
-6,1
2007
649
9.247
4,7
8,4
10,3
-1,6
-5,9
2008
742
10.444
0,7
10,1
11,0
-1,8
-5,7
2009
617
8.561
-4,8
6,8
14,0
-5,5
-2,2
2010
732
10.079
9,2
6,4
11,9
-3,6
-6,2
2011
774
10.444
8,8
10,5
9,8
-1,3
-9,7
2012
786
10.497
2,2
6,2
9,2
-2,2
-6,0
2013
823
10.822
4,2
7,4
9,7
-1,2
-7,9
2014
800
10.404
2,9
8,2
10,9
-1,3
-5,7


(3) AKP iktidarıyla başlangıçta son derecede hızlı bir büyüme ivmesi yakalamış olan Türkiye, 2008 ve 2009 yıllarında önce duran, sonra küçülen bir ekonomik büyüme performansı sergilemiş bulunuyor. Küresel krizin etkisinin ‘teğet’ geçmediği özellikle 2009 yılında yaşanan yüzde 4,9’luk küçülmeden net bir şekilde görülebiliyor. Ardından iki yıllık bir toparlanma ve sonra son 3 yılda yaşanan potansiyel altı büyüme hızları (potansiyle büyüme yüzde 5) ekonominin yavaşlamasına ve sorunlar yaşanmasına neden olmuş görünüyor.

(4) AKP iktidarının en önemli ekonomik başarılarından birisi enflasyonu yüksek çift haneli oranlardan tek haneli oranlara indirmiş olmasıdır. Buna karşılık Merkez Bankası, yıllardır hükümetle birlikte belirlediği yüzde 5’lik enflasyon hedefine ulaşamıyor. Her ne kadar hedef Merkez Bankasının hedefi gibi görünse de hükümetle birlikte belirlendiği için bu orana ulaşamamakta yaşanan başarısızlık Merkez Bankasına olduğu kadar AKP iktidarına da aittir.    

(5) İşsizlik oranı, AKP iktidarı açısından önemli bir başarısızlık göstergesi olarak ortada duruyor. 2001 kriziyle birlikte yüzde 8’lik ortalamadan yüzde 10’luk bir ortalamaya sıçramış olan işsizlik oranı, ölçme yöntemlerinde yapılan ve oranın düşmesine yol açacak değişikliklere (*) karşın yüzde 10’lar düzeyinde kalmaya devam ediyor.  

(*Söz konusu değişiklikler işgücünün 15 – 64 yaş yerine 15+ yaş olarak tanımlanması ve son üç aydaki işsizlik başvuruları yerine son bir aydaki başvuruların dikkate alınmaya başlanmasıdır.)

(6)  AKP iktidarının en önemli üç başarısından birisi bütçe açığının sıfıra yaklaştırılmış olmasıdır. Diğer iki başarıdan birisi yukarıda değindiğim enflasyonun düşürülmesi diğeri de kamu borç yükünü azaltılmasıdır. Bunlardan enflasyonu düşürme başarısı sürdürülememiş ama diğer ikisi sürdürülmüştür. Bütçe açığı oranının düşürülmesi aslında kamu borç yükünün düşmesine o da enflasyonun düşmesine yol açmış görünüyor.

(7) Bütçe açığının düşürülmesi ne yazık ki cari açığın artırılması pahasına gerçekleşmiştir. Türkiye, 2000’li yıllara kadar bütçe açığı ve kamu borçlanmasına dayalı büyüme modeli izlemiş, AKP’nin iktidara geldiği 2002 ve sonrasında ise cari açık, özel kesim ve hanehalkı borçlanmasına dayalı büyüme modeline geçmiştir. Bunun sonucunda da bütçe açığı düşerken cari açık artmış ve bu model giderek daha fazla dış finansman sorunları yaratmaya başlamıştır. Türkiye, kırılgan ekonomilerin en başlarında yer almaya başlayınca cari açığı düşürmeye yönelik adımlar atmış bu kez de büyüme oranı ciddi biçimde düşmüştür. 

Aşağıdaki tabloda AKP’nin 2003 – 2014 yılları arasındaki 12 yıllık siyasal iktidarının borç yapısında yarattığı gelişmeler yer alıyor.

Bu tabloyu da ele alıp değerlendirelim:
(1) Bu tabloda bütçe açıklarını ve cari açıkları yeniden göstermemin nedeni 12 yıllık AKP iktidarı boyunca bütçe açıklarının düşmesine karşılık cari açığın artmasını ve bunun borçlarda nasıl bir yer değişikliğine neden olduğunu ortaya koyabilmek içindir.

(2) AKP iktidarı boyunca başta ÖTV olmak üzere vergi artışları, özelleştirmeler ve geçici gelirlerle bütçe açıkları kapatıldı ve kamu borç stokunun GSYH’ya oranı yüzde 69,2’den yüzde 34,9’a geriledi. Bu önemli bir başarı olarak görülmektedir.

Yıllar
Bütçe Açığı / GSYH (%)
Cari Açık / GSYH (%)
Kamu Borç Stoku/GSYH (%)
Özel Kesim Dış Borç Stoku/ GSYH (%)
Hanehalkı Borç Stoku/ GSYH (%)
2002
-11,2
-0,3
69,2
18,7
2
2003
-8,8
-2,5
62,2
16,1
3
2004
-5,4
-3,7
56,6
16,4
5
2005
-1,5
-4,6
51,1
17,6
7
2006
-0,5
-6,1
45,5
23,0
9
2007
-1,6
-5,9
39,6
24,8
11
2008
-1,8
-5,7
40,0
25,4
12
2009
-5,5
-2,2
46,3
27,9
13
2010
-3,6
-6,2
43,1
26,1
15
2011
-1,3
-9,7
39,9
25,9
17
2012
-2,2
-6,0
37,6
29,0
18
2013
-1,2
-7,9
37,4
32,4
19
2014
-1,3
-5,7
34,9
34,4
19

 (3) Buna karşılık özelleştirilen kuruluşların borçlarının devri ve krediye ulaşımın teşvikiyle özel kesimin borçları yükseldi ve GSYH’ya oran olarak yüzde 18,7’den yüzde 34,4’e çıktı. Talebi canlandırmak için hanehalkının krediye ulaşımı kolaylaştırıldı ve teşvik edildi. Böylece hanehalkının borçlarının GSYH’ya oranı bu dönemde yüzde 2’den yüzde 19’a kadar yükseldi.

(4) Dönem boyunca kamu mali disiplinindeki düzelme, özel kesim ve hanehalklarının mali disiplinsizliğe itilmesiyle sağlanmış oldu.

Sonuç ve değerlendirme
2001 kriziyle dibe vuran ekonomide toparlanmanın başladığı 2002 yılı sonunda iktidara gelen AKP, ilk yıllarda gerek krizin yarattığı olumsuz baz etkisinin kolayca tersine çevrilmesi, gerek IMF programının verdiği ivme ve maddi destek, gerekse de kriz sonrası yapılan iki önemli yapısal reform hamlesi (bankacılık sektörü düzenlemesi ve kamu kesimi mali disiplinin sağlanması için atılan adımlar) sonucunda ilk 6 – 7 yılda başarılı bir ekonomik performansa imza attı. Buna karşılık yapısal reformların yapılamaması, öteden beri Türkiye ekonomisinin en önemli hastalıklarından birisi olan kısa vadeli bakış açısının bu dönemde de devam etmesi, ekonomide yanlış yaklaşımların artmaya başlaması sonucu son 6 yılda işler tersine dönmeye yöneldi.


Özellikle büyümenin cari açığı artırmadan yükseltilememesi, içine girilen orta gelir tuzağının yarattığı refahı artıramama sorunları, dış finansmanda karşılaşılan sıkıntılar, risklerle birlikte kırılganlığın artması ve yapısal sorunlara sürekli yanlış teşhis ve yaklaşımlar yapılması önümüzdeki dönem için de sıkıntıların artarak süreceğinin göstergesini oluşturuyor. 

Bazı kitapların çevrilmemesi gerçekten iyi oluyor!

19:09 Posted by Hacker62 , No comments
The collapse of complex societies
Gelişmişliği, kalkınmayı, ileri gitmeyi, yükselmeyi, büyümeyi ve hatta süper güç olmayı "para"ya indirgeyen bir anlayışa sahibiz artık. Milli gelir arttıysa, kişi başına milli gelir yükseldiyse sorun yok demektir, tıkır tıkır ilerliyoruz. Paranın klasik tanımı değer saklama aracı olduğuna göre bu düşünce çok da saçma durmuyor. Para, gelişmişliği, kalkınmayı, büyümeyi gösteren en hassas gösterge gibi algılanabilir. Tüm enerjimizi parada depoladığımıza göre onu izleyerek geleceğimizi de pekala görebiliriz. Ne dersiniz, sizce paraya endekslenmiş bu yönetim anlayışı bizi nereye götürüyor?

Ekonomi biliminin en temel tanımlarından biri "Azalan Verim Yasası"dır. Bu teoriye göre üretim faktörlerinin bazılarını sürekli arttırarak üretilen ürün miktarını sürekli arttıramazsınız. Basitçe anlatmak gerekirse, yüksek mahsul almak için tarlaya gübre atmanız gerekir. Diyelim ki, tarlanız için bu rakam 5 çuval gübredir. Şimdi 10 çuval gübre döktüğünüzde üretim miktarı iki katına çıkmayacaktır elbette. Hatta düşecektir. Gübre miktarının sürekli arttırılması bir işe yaramayacaktır. Belli bir seviyeden sonra gübre miktarını arttırmak üretim miktarını azaltmaya başlayacaktır. İşte o anda azalan verim yasası işlemeye başlamış demektir. Bu yasa sizin tarlanız ya da şirketlerin üretimi için ne kadar etkiliyse bir ekonominin geleceği açısından da o kadar etkilidir. Nasıl mı?

Bir antropolog ve tarihçi olan Joseph A.Tainter, büyük uygarlıkların çöküşünü araştırırken ekonominin bu temel yasasının karşısına çıkacağını hiç düşünmemişti. Bilinen tarih kitapları uygarlıkların çöküş nedenlerini sıralarken kaynak tükenmesi, doğal afetler, istilalar, ekonomik sıkıntılar, sosyal işlevsizlik, din ve bürokratik yetersizlikler gibi nedenleri sayıyordu. Tainter, 27 büyük medeniyetin çöküşünü araştırmış ve bilinen tarihi adeta yırtıp atan bambaşka bir neden bulmuştu: Azalan verim yasası.

Tainter'ın 1988'te yayınladığı The Collapse of Complex Societies (Karmaşık Uygarlıkların Çöküşü) adlı kitabı, azalan verim yasasının büyük uygarlıkları nasıl çöküşe götürdüğünü mükemmel şekilde ortaya koyar. Maalesef dilimize çevrilmeyen bu kitapta Tainter, azalan verim yasasının medeniyetlerin yükseliş, düşüş ve çöküşünü nasıl yarattığını örnekleriyle analiz eder. Medeniyetler ilk başlarda son derece başarılıdır. Halkın gelirlerden aldığı pay giderek artar ve refah gelişir. Yatırımlardan kişilerin aldığı pay belli bir noktaya kadar artış gösterir. Fakat bu noktadan sonra seçkin kademeler kendi paylarına düşenle ilgilenmeye başlarlar. Rant arayışı ve üretken olmayan araçlarla servet biriktirme çabaları yoğunlaşır. Bu çabalar, en zengin %20 ile en fakir %20 arasındaki servet bölüşümünü adaletsiz hale getirir. Yani azalan verim yasası devreye girmiş ve çöküş başlamıştır. Tainter, son tahlilde medeniyetleri yıkanın istilalar ve depremler değil, bunlara verilen tepki olduğunu söyler. Vergileri yükseltme, kuralları çoğaltma, bürokrasiyi arttırma ve seçkinlerin kendi çıkarları doğrultusunda davranma alışkanlıkları azalan verim yasası devreye girdikten sonra artık çöküşe hizmet eder ve beklenen son er geç gerçekleşir. 

Azalan verim yasasını ülke ekonomileri için en iyi özetleyen rakam Gini katsayısı denilen hesaplamadır. Gelir dağılımındaki eşitsizliği gösteren bu hesaplamaya göre, ülkemiz OECD ülkeleri içinde sondan ikinci sırada yer alıyor. Yani azalan verim yasası Tainter'ın dediği gibi işlemiş. 

Gini katsayısını biraz daha açarsak şu göstergeye ulaşabiliriz. 2014 yılı Temmuz ayı verilerine göre, çalışanlarımızın 5 milyonu asgari ücretli. Bunlardan eşi çalışmayıp en az üç çocuğu olanların sayısı ise 0,9 milyon kişi. Yani 900.000 kişinin asgari ücretle en az beş kişilik aileye bakması gerekiyor. Gerçekten düşündürücü. Milli gelirin 1 trilyon dolara, kişi başına mili gelirin 10.000 dolarlara ulaştığı bir dönemde 5 milyon kişinin asgari ücretli olması gelir eşitsizliğininin boyutunu fazlasıyla gösteriyordur. 2002'de asgari ücretli sayısı ise 2,8 milyondu. Yani 15 yılda iki katına çıkmış görünüyor. Azalan verim yasası ne güzel işlemiş değil mi; 2002'de kişi başına milli gelir 3.492 dolar iken şimdi 10.000 dolarlar seviyesinde, ama asgari ücretli sayısı iki katına çıkmış. Yorum size kalmış artık.

Kısaca özetlemek gerekirse, Gini katsayısını azaltmadığınız sürece milli geliri arttırmak azalan verim yasasına hizmet eder. Sonrasını merak edenler Tainter'ın kitabını okuyabilirler. Kitabın çevirisi yok demiştik... Bazı kitapların çevrilmemesi gerçekten iyi oluyor!

6 adımda Merkez Bankası gibi açıklama yapma!

19:04 Posted by Hacker62 No comments
Merkez Bankası
Artık Fed kadar önemli bir Merkez Bankamız var. Onunla yatıp onunla kalkıyoruz. Açıklamalarını günler önceden beklemeye başlıyoruz. Acaba ne yapacak, faizi düşürecek mi, büyüme hedefini yükseltecek mi, parasal sıkılaştırma yapar mı, yönetime kafa tutar mı gibi birçok sorunun yanıtını artık sokaktaki vatandaş bile merak ediyor. Peki, yapılan açıklamayı ne kadar anlıyoruz?

Merkez Bankalarının açıklamaları yüksek düzeyli teknik bir edebiyat içerdiğinden sokaktaki insanın anlayabileceği tarzda değildir. Hatta muhtemelen sıradan ekonomistlerin bile anlayamayacağı şekildedir. Ekonomistler herhangi bir Merkez Bankası açıklamasına yorum yapmadan önce diğer ekonomistlerin yorumlarına bakarlar. Çünkü yanlış anlama ya da hiç anlamama riski oldukça yüksektir. 

Bundan daha önemlisi, birçok büyük iktisatçıya göre bu açıklamaların hiçbir anlamı yoktur. Tüm açıklama, aşırı bir kendine güven ve güç paranoyası ile sunulan anlaşılması güç bir retorikten ibarettir. Belli bir dönem içinde yapılan açıklamaları ardı ardına okuduğunuzda mantık sıçramaları ve yüksek ilişkisizliği fark etmek zor değildir. O nedenle bu açıklamalar politikadan öteye bir anlam ifade etmez.

Aslında Merkez Bankasını anlamak ve onun gibi açıklama yapmak o kadar da zor değildir. Eğer aşağıdaki adımları takip ederseniz, siz de Merkez Bankasını anlayabilir ve onun gibi "derin" açıklamalar yapabilirsiniz. Nasıl mı?

6 adımda Merkez Bankası gibi açıklama yapma:

1- Kafa karıştırıcı sözler kullanın
Kolay anlaşılır, açık seçik cümleler yerine karmaşık ve kafa karıştırıcı olanları kullanın. Söylediğiniz çok şey anlatır gibi görünüp hiçbir şey anlatmasın. Mesela şöyle diyebilirsiniz: "Sıkı para politikası duruşunun ve alınan makroihtiyati önlemlerin etkisiyle kredi büyüme hızları makul düzeylerde seyretmektedir." Ne kadar harika değil mi, duruş, önlem, hız, düzey, seyir gibi birçok fiziksel kavram salata haline gitirilmiş. Sorsan tüm ekonomistler anlamıştır ama kesin olan bu cümlenin ne anlattığının belli olmadığıdır.

2- Ağız kalabalığı yaratın
İnsanların sizi anlayıp soru sormasını engellemek için araya iletişimi koparabilecek cümleler serpiştirin. Böylece kendinizi dış etkenlere karşı korumuş olursunuz. Şöyle bir cümle uygun olabilir: "Küresel talep zayıflarken iç talep büyümeye daha fazla katkı vermeye başlamıştır." Anlamlandıralım derseniz, azalan bir şeyin büyüyen bir şeye katkı verdiği gibi saçma bir mantık karşınıza çıkacaktır. Bu karmaşayı anlamlandırma çabasına gireceğinizi hiç sanmıyoruz. 

3- Resmi geveleyin
Bu yöntemde sözcükler tek tek kolayca anlaşılabilirken cümlenin ne demek istediği pek anlaşılmaz. Resmi bir dilin kullanılması sonucu insanlar ya anlamazlar ya da yanlış anlarlar. Şu cümle harika bir örnek olabilir: "Bununla birlikte, tüketici kredilerinin ılımlı seyri ve dış ticaret hadlerindeki olumlu gelişmeler cari dengedeki iyileşmeyi destekleyebilecektir." Tüketici kredisi, dış ticaret haddi, cari denge gibi kavramları aynı cümlede kullanabilen birine emin olun kimse bir şey diyemez.

4- Özel sözcükler kullanın
Raporlarda sık sık kullanılan sözcükleri kullanın. Mesela kavramsal, bütünsel, süreç, yaklaşım, uyarlama, aşamalı, sıkı duruş, eğilim vs. gibi sözcükleri bolca kullanın. Örneğin şöyle: "Yılın başında alınan makroihtiyati önlemlerin ve para politikasındaki sıkı duruşun çekirdek enflasyon eğilimi üzerindeki olumlu etkileri gözlenmektedir." 

5- Günlük hayattan kavram ekleyin
Cümlelerin arasına günlük hayatta kullanılan gelişigüzel birkaç sözcük serpiştirmeyi ihmal etmeyin. Böylece halkın hassasiyetlerini de çok iyi bildiğinizi göstermiş olursunuz ki, artık kral sizsiniz. Halkımızın en hassas olduğu konulardan birinin gıda fiyatları diğerinin de enflasyon olduğunu düşünürsek şu cümle harika olacaktır: "Gıda fiyatlarındaki yüksek seyir ise enflasyon görünümündeki iyileşmeyi geciktirmektedir."

6- Nitelikli sallayın
Finans dünyası her gün yeni sözcükler ve deyimler keşfediyor. Yeni bir sözcüğün cümle içinde kullanılmasının ne kadar faydalı olduğunu ilkokul ikinci sınıfta görmüşsünüzdür mutlaka. Üstelik bu sözcüklerin kullanımı sizi işinize vakıf, yetkili biri olarak gösterecektir. Böylece kimse size soru soramayacaktır. Geç likidite penceresi, fiyatlama davranışları, getiri eğrisi, sıkı duruş gibi kavramlar nitelikli sallamak isteyenlere önerilir. Mesela şöyle bir cümle uygun olacaktır: "Enflasyon beklentileri, fiyatlama davranışları ve enflasyonu etkileyen diğer unsurlar yakından izlenecek ve enflasyon görünümünde belirgin bir iyileşme sağlanana kadar getiri eğrisini yataya yakın tutmak suretiyle para politikasındaki sıkı duruş sürdürülecektir."

Şimdi kısa bir ders özeti yapalım ve öğrendiklerimizi yeniden hatırlayalım. Her konunun sonunda verdiğimiz örnek cümleleri yan yana yazalım ve yeniden okuyalım: 

"Sıkı para politikası duruşunun ve alınan makro ihtiyati önlemlerin etkisiyle kredi büyüme hızları makul düzeylerde seyretmektedir. Küresel talep zayıflarken iç talep büyümeye daha fazla katkı vermeye başlamıştır. Bununla birlikte, tüketici kredilerinin ılımlı seyri ve dış ticaret hadlerindeki olumlu gelişmeler cari dengedeki iyileşmeyi destekleyebilecektir. Yılın başında alınan makroihtiyati önlemlerin ve para politikasındaki sıkı duruşun çekirdek enflasyon eğilimi üzerindeki olumlu etkileri gözlenmektedir. Gıda fiyatlarındaki yüksek seyir ise enflasyon görünümündeki iyileşmeyi geciktirmektedir. (...) Enflasyon beklentileri, fiyatlama davranışları ve enflasyonu etkileyen diğer unsurlar yakından izlenecek ve enflasyon görünümünde belirgin bir iyileşme sağlanana kadar getiri eğrisini yataya yakın tutmak suretiyle para politikasındaki sıkı duruş sürdürülecektir."

Dikkatli okuyucular yukarıdaki metnin Merkez Bankasının 20 Kasım 2014 tarihinde yaptığı açıklamanın birebir aynısı olduğunu fark etmişlerdir. Öyleyse yeniden düşünelim: Sizce bu açıklama ne demek istiyor olabilir?

Yukarıdaki altı adımı göz önüne alarak değerlendirdiğinizde muhtemelen siz de bizimle aynı çıkarımı yapacaksınız. Bu tür açıklamalar birkaç ekonomist hariç geriye kalan herkes için tek bir şey ifade edebilir: Saçmalık!

Merkez Bankalarının aşırı kendine güven, geleceği gerçekleştirebilme ve güç paranoyası ile yaptığı bol retorikli açıklamaları Kırmızı Başlıklı Kız hikayesi ile de özetleyebiliriz. Yani Merkez Bankasından Kırmızı Başlıklı Kız hikayesini anlatmasını isterseniz şöyle anlatacaktır: 

"Kırmızımsal başlığıyla genç bir kız büyükannesine doğru seyretme eğilimindedir. Yolda karşısına çıkan kurda karşı sıkı bir duruş sergileyemez ve büyükannesiyle ilgili bazı verileri açıklar. Kurt bunları değerlendirir ve yüksek bir hızla kadını yiyerek yatağında uzun pozisyon alır. Kırmızımsal başlıklı kız eve vardığında büyükannesinin sesindeki değişikliği iyimser karşılar ve temkinli bir duruş sergileyemez. Kurt, midesinde ilave sıkılaştırmaya gider ve kırmızımsal başlıklı kızı da mideye indirir. Yoldan geçen bir avcı, kurdun mideye indirme haddini aştığını düşünür ve kurdun midesini üst bandından alt bandına doğru yarar. Kırmızımsal başlıklı kız ve büyükanne eski güçlü duruşlarına yeniden geri dönerler."

Bundan sonraki Merkez Bankası açıklamasını emin olun artık daha iyi anlayacaksınız.