Ekonomik ve Mali Analiz

28 Kasım 2014 Cuma

Repo nedir

11:37 Posted by Hacker62 No comments
repo
Repo, 1980’li yılların sonlarına doğru özellikle yabancı bankaların öncülüğünde kullanılmaya başlanan ve kısa vadeli getiri sağlayan bir yatırım aracı olup geri alma taahhüdü ile yapılan satım işlemi şeklinde de özetlenebilir. Repo işlemine konu olan menkul kıymetler, hazine bonoları, banka bonoları, devlet tahvilleri ile Kamu Ortaklığı İdaresi ve TOKİ tarafından ihraç edilen borçlanma senetleridir.
Ellerinde bulunan birikimleri kısa vade de değerlendirmek isteyen yatırımcıların sık sık kullandıkları bir yatırım yöntemidir.
Repo yoluyla genellikle bankalar, yatırımcıya satacakları devlet tahvili ve hazine bonosu gibi sabit getirili bir menkul kıymeti önceden belirlenen bir fiyattan ve belirlenen bir tarihte geri almak üzere yatırımcıyla anlaşma yapmaktadır. Tabi bu alım satım arasında meydana gelen fark’ta, yatırımcıya gelir olarak yansımaktadır.

Yatırım Araçlarından: Repo Yatırımı

Ellerinde bulunan birikimi değerlendirmek için uzun vadeli bir yatırım düşünmeyen yatırımcılar, kısa vadeli faiz geliri elde etmek istediklerinde genel de başvurdukları yatırım aracı repo işlemidir. Yatırımcının baka ile yapmış olduğu anlaşma gereği, bankaların ellerinde bulunan hazine bonolarından, ileriki bir tarihle ve belirlenen bir fiyatla geri vermek üzere alır.
Aslında bu alışveriş karşılığında kural olarak banka, repo yaptığı menkul değeri teslim etmeli ve vadesi gelince anlaşma şartlarına uygun olarak geri almalıdır. Ancak uygulamada karşılaşılan bazı sorunlardan dolayı yatırımcıya hazine bonosunun veya devlet tahvilinin teslimi yerine düzenlenen bir makbuz verilir ve müşteride repo vadesi dolduğunda bu makbuzu bankaya ibraz ederek parasını nakit olarak alır.

Repo Kazandırır Mı?

Repo, enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde iyi kazandıran bir yatırım aracıdır, zira enflasyon yüksek olunca faizlerde yüksek olur ve reponun gelir getiren kapısının anahtarı da bu faiz’dir. Ülkemizde genelde ticaretle uğraşan insanların ellerinde bulundurdukları nakitlerini 1 – 3 – 5 günlük repo işlemine tabi tutarak kısa vadeli gelir elde etme yoluna gitmektedirler.
Repo getirisinin hesabını da basitçe şöyle yapabiliriz:
Repo Getirisi = (Ana Para / 100) x (Basit Faiz / 365) x gün sayısı
Sonuç, vade sonunda elinize geçecek repo getirisini verecektir size.

Bir Yatırım Aracı Olarak: Likit Fonlar

11:34 Posted by Hacker62 No comments
likit fonlar
Ülkemizde, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) tarafından kendilerine fon kurma yetkisi verilen, özellikle banka gibi kurumlar, müşterilerden, yaptıkları bir sözleşme karşılığı ödünç para alırlar ve bu paraları fon adı verilen bir havuz da toplarlar. Havuzda toplanan bu paraların ne kadar vadeyle, hangi yatırım araçlarında değerlendirildiği konusu da fonun cinsini belirler.

Likit Fon Nedir?

A tipi fonlar olarak adlandırılan fonlar hisse senedi ağırlıklı fonlardır. B tipi likit fonlar olarak adlandırılan fonlar ise Likit Fonlardır.
Likit fon havuzunda toplanan bu paralar gecelik borç olarak hazineye verilir. Hazinede aldığı bu borcun karşılığında bankalara teminat olarak gecelik bono / tahvil verir. Kısacası Likit Fon, vadesine 180 günden az kalmış olan ve ortalama vade süreleri 45 günden fazla olmayan sermaye piyasası araçlarının oluşturduğu fonlardır.

Yatırım Olarak Likit Fonlar

Likit Fonlar da, mesai günlerinde 09.00-14.00 saatleri arasında, o günün belirlenen fiyatı üzerinden alım satım işlemi yapılır. Saat 14.00 ile bir sonraki günün fiyatının sisteme girildiği saat arasında ise o günkü fiyatlar üzerinden yalnızca geri satım işlemi yapılır. Ertesi günün fiyatının sisteme girildiği saat ile 24.00 arasında ise o günkü fiyatlar üzerinden fon geri satımı ve ertesi günün fiyatı üzerinden fon alım işlemi gerçekleştirilebilir.
Likit Fon, B tipi fonlardan olup, likiditesi en yüksek sermaye piyasası araçlarından oluşan ve yatırımcıya en güzel gelir getiren fon’dur.

Likit Fon Getirisi

Likit fon ne kadar kazandırır sorusuna gelecek olursak, Likit Fon’ların gelirlerini fonun portföyünde bulunan devlet tahvili ve hazine bonosu gibi sabit getirili menkul kıymetlerin faiz gelirleri ile hisse senedi kâr payları ve fon portföyü için yapılan alım-satım sonucu elde edilen kârlar oluşturmaktadır. Likit Fon portföyü içerisinde bulunan menkul kıymetlerin piyasa değerlerinin yükselmesi de likit fon portföy değerinin artarak fon fiyatının yükselmesini ve yatırımcısının para kazanmasını sağlar.
Likit Fon’lara yatırım yaparken, diğer yatırım araçlarında da olduğu gibi belirli bir risk aldığınızı unutmayın. Çünkü fon’un portföy’ün de bulunan menkul kıymetlerin değeri artabileceği gibi düşebileceği içinde anaparanızın tamamını tek bir fon’da değil farklı fonlar da değerlendirirseniz riski de bölmüş olursunuz.
Ancak şunu da unutmayın, kural olarak yüksek kazanç edebilme için yüksek risk almanız gerekir.

Vergi Yükü

11:26 Posted by Hacker62 , No comments
Vergi
Vergi yükü
Bir ülkede vergi yükü hesabı iki akım değişken olan vergi gelirleri toplamının GSYH’ya oranlanmasıyla hesaplanıyor. Denklemi şöylece yazabiliriz:

Toplam Vergi Yükü = Vergi Gelirleri Toplamı / GSYH

Vergi gelirleri toplamını hesaplarken dolaylı ve dolaysız vergiler ile birlikte sosyal güvenlik sistemi için kesilen primler de işin içine katılıyor.

Vergi Gelirleri Toplamı = Dolaylı Vergiler + Dolaysız Vergiler + Sosyal Güvenlik Prim Ödemeleri

Dolaylı ve dolaysız vergiler
Dolaylı vergiler, bir işlem üzerinden alınan vergilerdir. KDV veya ÖTV bunun tipik örnekleridir. Her ikisi de alım satım üzerinden alınır. Damga vergisi ve harçlar bir başka örnektir. Örneğin tapu almak için tapu harcı ödenir ya da vergi dairesine verilen beyannameye resmiyet kazandırmak için belli miktarda damga vergisi ödenir.

Dolaysız vergiler gelir, kazanç ya da servet üzerinden alınır. Burada bir işlem yapılmasına gerek yoktur. Gelir ya da kazancı elde etmiş olmak ya da servet sahibi olmak bu vergilerin alınma gerekçesidir. Gelir vergisi, kurumlar vergisi, veraset ve intikal vergisi, emlak vergisi dolaysız vergilerin örnekleridir. Bazı ülkelerde ayrıca servet vergisi alınır.

Sosyal güvenlik primleri dışarıda tutar da yalnızca vergi gelirlerine bakarsak şöyle bir denklem yazabiliriz:

Vergi Gelirleri Toplamı = Dolaylı Vergiler + Dolaysız Vergiler  

Buradan hareketle toplam içindeki payları da hesaplayabiliriz. Bu konuda herhangi bir ideal ölçü bulunmamakla birlikte dolaylı vergiler ile dolaysız vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki paylarının birbirine yakın olması ve dolaysız vergilerin biraz daha yüksek olması tercih edilmektedir. Bunun temel nedeni dolaysız vergilerin dolaylı vergilere göre daha adil bir vergilemeye imkan sağlamalarıdır. Dolaylı vergiler herkesten eşit oranda alınır. Örneğin istisnasız bütün mal ve hizmet satışlarına uygulanan % 18 oranındaki KDV bu mal ve hizmetlerden yararlanan zengin ya da fakir herkesten bu oranda alınır. Bazı zorunlu mallarda KDV oranının fakiri korumak için  % 5’e indirildiğini düşünelim. Bu durumda aynı malı alan zenginler de düşük oranlı KDV ödeyecek ve amaca yine ulaşılamamış olacaktır. Oysa dolaysız vergiler kademelendirilebilir. Örneğin gelir vergisi artan oranlı uygulanabilir. Yıllık gelirin ilke 10.000 TL’si için % 10, 10.000 – 20.000 TL arası için % 15, 20,000 – 30,000 TL arası için % 20, 30.000 TL’nin üstü için % 25 gelir vergisi uygulandığını düşünelim. Yıllık 10.000 TL kazanan bir kişi 1.000 TL gelir vergisi ödeyecek, buna karşılık yıllık 40.000 TL gelir elde eden kişi (1.000 + 1.500 + 2.000 +2.500 =) 7.000 TL gelir vergisi ödeyecektir. Yani geliri çok olan daha yüksek oranlı gelir vergisi ödemiş ve kamu hizmetine daha fazla katkı yapmış olacaktır.   
OECD ülkeleri vergi yükü karşılaştırması
Aşağıdaki tablo 2011 yılı verileri yayınlanmış olan OECD üyesi ülkelerin vergi yüklerini gösteriyor. OECD sınıflandırmasında yer alan gelir, kazanç ve mülk üzerinden alınan vergileri dolaysız vergi, mal ve hizmetler üzerinden alınan vergileri dolaylı vergi olarak topladık. Sosyal güvenlik primlerini de dahil ettiğimizde kalan fark bu sınıflandırmaya alınmamış olan diğer vergilerdir.

Tablo: OECD Ülkeleri Vergi Yükleri 2011 (Kaynak: www.oecd.org. Revenue Statistics.)



Tabloya göre karşılaştırmaya esas alınan OECD üyesi ülkelere baktığımızda şu sonuçlar karşımıza çıkıyor:
(1)   Vergi yükünün en ağır olduğu ülke Danimarka. Onu İsveç, Fransa, Belçika ve Avusturya izliyor. 
(2)   Vergi yükünün en hafif olduğu ülke Yeni Zelanda. Onu Şili, Türkiye, ABD ve Kore izliyor. 
(3)   Dolaysız vergi yükünün en ağır olduğu ülke Danimarka. Onu Yeni Zelanda, ABD,  Kanada, İsviçre ve İzlanda izliyor.
(4)   Dolaylı vergi yükünün en yüksek olduğu ülke Türkiye. Onu Şili, Macaristan, Estonya ve Yeni Zelanda izliyor.

Türkiye’nin durumu
OECD ülkeleriyle yaptığımız karşılaştırma bize Türkiye’nin düşük vergi yüküne sahip bir ekonomi olduğunu, bu vergi yükünün ağırlıklı olarak dolaylı vergilere dayandığını ve dolayısıyla vergi adaletini sağlamaktan uzak bir vergi yapısına sahip olduğunu gösteriyor.

2011 yılının merkezi hükümet bütçe gerçekleşmelerine baktığımızda dolaylı ve dolaysız vergilerin şöyle sıralandığınıgörüyoruz. 


İşin içine sosyal güvenlik kesintilerini katmadan sadece dolaylı ve dolaysız vergilerin oranlarına baktığımızda 2011 yılı itibariyle Türkiye’de dolaysız vergilerin payı yüzde 32,4 ve dolaylı vergilerin payı yüzde 67,6 olarak ortaya çıkmaktadır.  

Dolaylı vergilerin toplanma kolaylığı gibi büyük bir üstünlüğü olmakla birlikte yukarıda anlattığımız gibi adaletsiz bir yapısı vardır. Dolaysız vergiler çok kazanandan çok alındığı için vergi adaletini sağlarken dolaylı vergiler az kazanandan göreli olarak çok alındığı için vergi adaletini bozmaktadır.

Dolaylı vergilerin ağırlıkta olduğu bir ekonomide gelir dağılımında eşitlik sağlamak da zorlaşmaktadır.

İşte bu nedenledir ki Türkiye açısından yapısal reformların en başında bu yapıyı değiştirecek düzenlemelerin yapılması geliyor. Bunu yaparken dolaysız vergilerin oranlarının artırılması yerine vergi sisteminin dışına çıkmış olan kazançların, kayıp ve kaçakların yani özetle vergi kaydı dışında kalmış kazançların sisteme alınması gerekiyor. Bu, aynı zamanda cari açık ile ithalat vergileri ve bütçe açığı üçgeninde oluşmuş bulunan tuhaf ilişkiyi de çözümleyecek adım olacak.
Alıntır: Mahfi hoca

Reel Faiz Kaç?

11:22 Posted by Hacker62 No comments
Faiz
Tasarruflarınıza yön verirken ya da bir yatırıma karar verirken bilmeniz gereken önemli unsurların başında reel faiz geliyor. Reel faiz, enflasyon etkisinden arındırılmış faizdir. Net nominal faizden beklenen enflasyonu düşerek hesaplanır. Enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde bu hesaplamayı yaparken özel bir formül kullanmak gerekir. Öncelikle bu formülü yazalım ve açıklayalım.


Reel Faiz = ((1 + Net Nominal Faiz) / (1 + Beklenen Enflasyon)) – 1

Bu formülde açıklanması gereken iki kavram var: Net nominal faiz ve beklenen enflasyon. Nominal faiz görünürdeki faiz demektir. Örneğin bir banka bir ay vadeli hesabınıza yıllık yüzde 9 faiz veriyorsa buradaki yüzde 9 nominal faizdir. Bu sizin elinize geçecek faiz gelirini hesaplamanıza yardım etmez. Çünkü bu faiz gelirinden yüzde 12 gelir vergisi stopajı yapılır (mevduatın 1 yıl vadeli olduğu varsayımıyla.) O halde buradan sağlanacak faiz gelirinin net miktarını bulabilmek için gelir vergisi stopajını düşmek gerekir. Buna göre net nominal faiz şöyle hesaplanır: Net Nominal Faiz = Nominal Faiz – (Nominal Faiz x GV stopaj oranı.) Beklenen enflasyon ise 12 ay sonra gerçekleşeceği tahmin edilen enflasyon oranını gösterir.

Bugün için bankaların mevduata verdikleri faiz oranını (nominal faiz oranını) yüzde 9 ve gelir vergisi stopaj oranını da yüzde 12 kabul edersek, bir yıl vadeyle bankaya yatırılmış paranın net nominal faizini şöyle hesaplayabiliriz:

Net Nominal Faiz = Nominal Faiz – (Nominal Faiz x GV stopaj oranı) = 9 – 1,08 = % 7,92

Beklenen enflasyona ulaşmak için elimizde iki tahmin bir de hedef var: (1) TCMB’nin 12 ay sonrası için yaptığı enflasyon tahmini (yüzde 6,3). (2) TCMB’nin yaptığı beklenti anketinde (bu anket reel ve finansal kesimdeki karar alıcı ve uzmanlara ayda bir kez uygulanıyor) ortaya çıkan 12 ay sonrası için enflasyon tahmini (yüzde 7,5). (3) TCMB’nin 2015 sonu enflasyon hedefi (yüzde 5). Bu sonuncu hedef (yüzde 5) 2015 sonuna ilişkin hedef olduğu, bizim hesabımız ise 12 ay sonrasına yani Ekim 2015 tarihindeki duruma ilişkin olduğu için Merkez Bankası’nın hedefinin gelecek Ekim için yüzde 5,5 olduğunu varsayacağız.    

Şimdi yüzde 7,65’lik net nominal faiz oranını ve beklenen enflasyon için de yukarıdaki iki tahmini ve bir hedefi kullanarak mevduat için ayrı ayrı reel faiz hesabı yapalım.

(1)  TCMB’nin 12 ay sonrası için öngördüğü yüzde 6,3 oranındaki enflasyon tahminini esas alırsak reel faiz kaç çıkıyor?
Reel Faiz = ((1 + 0,0792) / (1 + 0,063)) – 1 =  % 1,52
(2)  TCMB beklenti anketi Ekim ayı sonuçlarına göre 12 ay sonrası için beklenen yüzde 7,5 oranındaki enflasyon tahminini esas alırsak reel faiz kaç çıkıyor?
Reel Faiz = ((1 + 0,0792) / (1 + 0,075)) – 1 =  % 0,39
(3)   TCMB’nin 12 ay sonraki hedefini yüzde 5,5 kabul ederek esas alırsak reel faiz kaç çıkıyor?
Reel Faiz = ((1 + 0,0792) / (1 + 0,055)) – 1 =  % 2,30

Benim 12 ay sonraki enflasyon tahminim Ekim ayı beklenti anketinde çıkan yüzde 7,5 tahminine yakın bulunuyor. O nedenle ben hesaplamalarımda yüzde 7,5 – 8,0 aralığını esas alıyorum.   

Beklenti anketinde çıkan yüzde 7,5 oranlı enflasyon beklentisini esas alarak mevduat ile devlet tahvilini kıyaslayalım. Devlet tahvillerinde gelir vergisi stopajı mevduat faizinden farklı olarak yüzde 10 oranında alınıyor. Bugün geçerli olan gösterge faizi (yüzde 8,60) ve en gerçekçi tahmin olarak görünen beklenti anketindeki 12 ay sonrasının enflasyon beklentisini (yüzde 7,5) esas alarak reel faiz hesaplamasını şöyle yapabiliriz:

Net Nominal Faiz = (8,60) – (8,60 x 0,10) = % 7,74
Reel Faiz = ((1 + 0,0774) / (1 + 0,075)) -1 = % 0,22  

Demek ki en gerçekçi görünen beklenti anketindeki tahmini esas alırsak bugün parasını bankaya TL mevduat olarak yatıran bir kişi için reel faiz yüzde 0,39, devlet tahvili alan bir kişi için ise reel faiz yüzde 0,22 olarak çıkıyor. 

Getiri Eğrisi Yatay Olursa Ne Olur?

11:15 Posted by Hacker62 No comments
Getiri Eğrisi Nedir?
Merkez Bankası’nın faiz konusundaki kararlarında etkili olan konuların başında borçlanma enstrümanlarının getiri eğrisinin şekli geliyor. Merkez Bankası Başkanı’nın açıklamalarında sıklıkla yer alan bir ifade var: “Getiri eğrisinin yatay olması.”

Getiri eğrisi, borçlanma enstrümanlarının (DİBS gibi) faiz oranları ile vadeleri arasındaki ilişkiyi gösteren eğriye verilen addır.

Getiri eğrisi üç şekilde olabilir:
   
Yukarıdaki şekilde kırmızı eğri artan eğimli bir getiri eğrisidir. Artan eğimli getiri eğrisi uzun vadeli borçlanma kağıtlarının faizinin kısa vadeli olanların faizinden yüksek olduğunu gösteriyor. Bir başka ifadeyle vade uzadıkça faizin artması söz konusu oluyor. Böyle bir durum bu kağıtlara talip olanların uzun vadede enflasyonda artış beklentisi içinde olduklarını, o nedenle de uzun vadeli borç vermek için daha yüksek faiz talep ettiklerini ortaya koyuyor.    

Mavi eğri azalan eğimli bir getiri eğrisidir. Azalan eğimli getiri eğrisi kısa vadeli borçlanma kağıtlarının faizinin uzun vadeli olanların faizinden yüksek olduğunu gösteriyor. Bir başka ifadeyle vade uzadıkça faizin düşmesi söz konusu oluyor. Böyle bir durum borç verecek olanların uzun vadede enflasyonda düşüş beklentisi içinde olduklarını, o nedenle de kısa vadede daha yüksek enflasyon nedeniyle daha yüksek faiz istediklerini, uzun vadede düşeceğini bekledikleri enflasyon nedeniyle daha düşük faize razı olduklarını gösteriyor.    

Siyah eğri yatay bir getiri eğrisidir. Yatay getiri eğrisi uzun vadeli borçlanma kağıtlarının faiziyle kısa vadeli olanların faizinin birbirine eşit (ya da çok yakın) olduğunu gösteriyor. Bir başka deyişle vadenin uzamasına karşın faiz pek değişmemekte, kısa ve uzun vadede faiz aşağı yukarı aynı düzeyde seyretmektedir. Böyle bir durum borç verecek olanların uzun vadede enflasyonda bir değişiklik olmayacağı beklentisi içinde olduklarını, o nedenle de kısa vadede talep ettikleri faiz ile uzun vadede talep edecekleri faiz arasında bir fark düşünmediklerini ortaya koyuyor.   

Merkez Bankası Getiri Eğrisini Niçin İzler?
Merkez Bankası’nın enflasyonu ve enflasyon beklentilerini etkilemekte kullanabildiği faizler kısa vadeli faizlerdir. Bir başka ifadeyle Merkez Bankası’nın elinde uzun vadeli borç enstrümanı yoktur. Bu durumda kısa vadeli faizlerini belirlerken piyasada oluşan uzun vadeli faizlere bakmak ve ona göre davranmak zorundadır. Merkez Bankası, getiri eğrisindeki gidişi izleyerek kısa vadeli faizleri artırarak ya da duruma göre düşürerek uzun vadeli faizlere ve dolayısıyla enflasyona etki yapma şansına sahiptir.   

Aşağıdaki grafikte TCMB’nın izlediği getiri eğrisi göstergelerine göre oluşturduğu grafik yer alıyor (Grafik TCMB’nın 26 Eylül 2014 tarihli İktisadi Görünüm ve Para Politikası sunum dosyasından alınmış bulunuyor.
Sunum metni için bkz:


Kısa ve uzun vadeli faizlerin birbirine yakınlaştığı yani getiri eğrisinin yatay bir şekil aldığı aşamada enflasyonla ilgili artış beklentilerinin kırılacağını bekleyen Merkez Bankası bu eğriyi bir anlamda kerteriz[1] olarak kullanıyor.
Şimdi de uzun ve kısa vadeli faiz farkını (5 yıl – 3 ay vadeli faiz farkını) gösteren grafiği ayrıca ele alalım (bu grafik TCMB Başkanı Başçı’nın 31.10.2014 tarihinde yaptığı Enflasyon Raporu 2014 / IV’ün tanıtımına ilişkin bilgilendirme toplantısında yaptığı konuşma metninden alınmıştır.
Konuşma metni için bkz:

Bu grafik, 5 yıl vadeli Devlet Tahvili faiziyle 3 ay vadeli Hazine Bonosu faizi arasındaki fark alınarak, oluşturulmuştur. Aradaki fark sıfıra yaklaştıkça uzun vadeli kağıtların faizlerinin kısa vadelilerin faizine yakınlaştığı ve dolayısıyla enflasyonun düşeceği beklentisinin egemen olmaya başladığı anlaşılmaktadır.


Grafik bize uzun ve kısa vadeli faizler arasındaki açıklığın tarihsel seyrine göre kapanmaya başladığını ama getiri eğrisinin hala tam olarak yatay konuma gelemediğini gösteriyor. Eğer bu eğri sıfıra gelirse kısa ve uzun vadeli kağıtların faizi birbirine eşit olacak ve dolayısıyla enflasyon beklentileri kırılmış olacak, Merkez Bankası da kısa vadeli faizleri düşürmekte daha rahat davranabilecektir.  

Merkez Bankası’nın faizleri bütün baskılara karşın hızla indirmemesinin nedeni bu getiri eğrisinin şeklinde ve seyrinde aranmalıdır. Daha önce ‘Merkez Bankası Ne Anlatmaya Çalışıyor’ başlığı altında yazdığım ve bu blogda 4 Haziran 2014 tarihinde yayınladığım yazımın ilgili bölümünü buraya tekrar alarak konuyu tam olarak aydınlatayım.

Merkez Bankası Kısa Vadeli Faizi Niçin Hızla İndirmedi?
Önce Merkez Bankası’nın konuyu açıklamakta kullandığı ve benim de biraz değiştirerek sözünü ettiğim yazıma aktardığım şekli bir kez daha çizeyim.


Dikey eksende faiz oranları, yatay eksende enflasyon oranı yer alıyor. 2014 Ocak ayında enflasyon oranı yüzde 7,4 ve gösterge tahvil faiz oranı yüzde 7,5 iken ekonominin B noktasında bulunduğunu düşünelim. A noktası ise Merkez Bankası’nın enflasyon hedeflemesi uygulamasında hedef aldığı yüzde 5 oranını gösteriyor. Yani Merkez Bankası orta – uzun dönemde enflasyon oranını yüzde 5’lik A noktasına çekmeyi amaçlıyor. Enflasyon o noktaya indiğinde faiz oranı da onunla uyumlu gerilemiş olacak.

Ocak ayında ekonomi B noktasında iken birdenbire artan riskler ve kurlarda başlayan yükselişin etkisiyle enflasyonda artış eğilimlerinin ortaya çıktığını ve Merkez Bankası’nın enflasyonun C noktasına doğru ilerlediğini tahmin ettiğini varsayalım. Bu durumda Merkez Bankası’nın önünde iki seçenek vardır: (1) Faizleri arttırmayacak ve gidişata karışmayacak ya da zorunlu karşılık artışları gibi zaman alıcı ve daha zayıf araçlarla müdahale edecektir. (2) Şok bir faiz artışı yapacak ve enflasyondaki gidişe set çekecektir.

Merkez Bankası’nın ilk seçeneğe göre davrandığını ve faizleri artırmadığını düşünelim. Bu durumda ekonomi, şekilde faizin arttırılmaması hali olarak gösterilen patikada ilerleyecek, kısa vadeli faizler düşük kalacak ama enflasyon artmaya devam edecektir. Bu durum devam ederse ekonominin geleceği nokta D noktasıdır. Çünkü enflasyonun altındaki faizler, bankalardan tasarruf çekilişine ya da TL’den dövize geçişlere yol açacak bu da bankaların bu gidişi durdurmak için faizleri artırmasına yol açacaktır. D noktasında hem enflasyon ciddi biçimde artmış ve enflasyon hedefi elden kaçırılmış hem de bu yükü taşıyamayan sistem ister istemez uzun vadeli faizleri ciddi biçimde arttırmak zorunda kalmış olacaktır.

Merkez Bankası’nın ikinci seçeneği seçtiğini ve şok bir faiz artışı yaparak enflasyondaki gidişe set çektiğini düşünelim. Bu durumda uzun vadeli faiz – enflasyon dengesi E noktasına çıkmış olacaktır. Bu artış talep üzerinde baskı yaratacak tasarrufları özendirecek ve enflasyonu frenleyecektir. Ekonomi, bu noktadan geri dönecek, enflasyondaki artış, düşüşe dönmeye başlayacaktır. Bu aşama enflasyondaki düşüşe paralel olarak faizler yavaş yavaş indirilerek yeniden eski düzeye doğru gelinecektir. Enflasyondaki inişe paralel olarak faizlerde yavaş indirime devam ederek enflasyon hedefi olan yüzde 5’lik orana dönüşü sağlayan patikaya yeniden girilmiş olacaktır.

Bu ikinci seçeneğin tercih edilmesinde dikkat edilmesi gereken nokta faizlerin eski düzeyine inmesini sağlamak konusunda acele etmemektir. Eğer şok faiz artışıyla amaca ulaşıldığı düşünülüp kısa bir süre sonra sert bir faiz indirimi yapılırsa bu kez şekilde görüldüğü gibi yeniden B – C patikasına geri dönülerek aynı kısır döngüye girilmesi olasılığı çok yüksektir. 

Kıssadan Hisseler
Merkez Bankası, getiri eğrisini kullanarak uzun vadede enflasyon beklentisinin kırılıp kırılmadığını görmeye çalışıyor. Bunu görebilirse kısa vadeli faizleri düşürerek uzun vadeli faizleri etkilemeye ve o yolla da enflasyon beklentisini biraz daha kırmaya çalışacak.

Merkez Bankası’na şimdiye kadar faizi indirme konusunda verilen tavsiyeler bilimsel açıdan doğru görünmüyor. Ancak bu, Merkez Bankası’nın kısa vadeli faizleri hiç indirmemesi anlamına gelen bir saptama değil. Yukarıda değindiğimiz gibi uzun ve kısa vadeli borçlanmanın faizleri arasındaki fark sıfıra yaklaştığında bir indirim hamlesi yapılabilir.

Getiri eğrisinin yatay seyrine, TL’nin rezerv paralar karşısında değer kazanmasına ve gösterge faizin düşüşte olmasına baktığımda Merkez Bankası’nın bu haftaki para politikası kurulu toplantısında faiz indirimine gidebileceğini düşünüyorum.

Türkiye'nin Küresel Ekonomideki Yeri

global
Aşağıdaki tabloda Türkiye’nin çeşitli ekonomik göstergelerinin 188 ülkeyle karşılaştırılmasının sonuçlarını sunuyorum. Bu sayı veya oranlar esas olarak 2013 yılına ait. Farklı yıllara ait olan değerler, yanlarında parantez açılarak hangi yıla ait olduğu gösterilmiştir.




2013 Sonuçları
Dünyada Sıramız
Temel Ekonomik Göstergeler


GSYH (Cari USD fiyatlarıyla, milyar USD))
820
18
GSYH (Satınalma Gücü Paritesiyle, milyar USD)
1.422
17
Kişi Başına Gelir (Cari USD fiyatlarıyla, USD)
10.946
68
Kişi Başına Gelir (Satınalma Gücü Paritesiyle, USD)
18.975
65
GSYH Büyümesi (%)
4,0
78
Enflasyon (TÜFE, yılsonu, %)
7,5
32
Toplam Devlet Harcamaları / GSYH (%)
38,1
62
Toplam Devlet Gelirleri / GSYH (%)
36,5
65
Bütçe Dengesi / GSYH (%)
1,5
71
Kamu Kesimi Brüt Borç Stoku / GSYH (%)
36,3
112
Kamu Kesimi Net Borç Stoku / GSYH (%)
27,4
68
Mal İhracatı (milyar USD)
163,3 (2012)
28
Mal İthalatı (milyar USD)
228,6 (2012)
20
Hizmet İhracatı (milyar USD)
43,4 (2012)
26
Hizmet İthalatı (milyar USD)
20,9 (2012)
44
Cari Denge / GSYH (%)
6,1
103
Doğrudan Yabancı Sermaye Girişi (milyar USD)
12,9
22
Döviz Rezervi (milyar USD)
110,9
17
M3 (Geniş Para Arzı)  / GSP (%)
52,9
11
Özel Kişilerin Kredi Kullanımı / M3 (Artış Hızı, %)
33,6
4
Bankaların Sermaye / Varlıklar Rasyosu (%)
11,2
43
Hisse Senetleri Değeri / GSYH (%)
44,2 (2012)
18



Diğer Ekonomik Göstergeler


Evine Boruyla Su Taşınan Nüfus (milyon kişi)
72,9 (2012)
10
1000 Kişiye Düşen Banka Şube Sayısı (Adet)
18,7 (2012)
79
1000 Kişiye Düşen ATM Sayısı (Adet)
63,4 (2012)
42
Petrol tüketimi (Bin varil / Gün)
734
27
Doğalgaz Tüketimi (milyar m3)
45,3
22
Gelen Turist Sayısı (milyon kişi)
35,7
6
Turizm Geliri (milyar USD)
32,2
12
AR-GE Harcaması / GSYH (%)
0,9 (2012)
40
Patent Başvuruları (Adet)
4.434 (2012)
14
Marka Başvurusu (Adet)
103.748 (2011)
5
Yüksek Teknolojili Mal İhracatı / İmalat Sanayi İhracatı (%)
1,8
104
İnternet Kullanıcısı / Nüfus (%)
45,1 (2012)
92
Mobil Telefon Abonesi (milyon adet)
67,7 (2012)
20
Küresel Rekabet Endeksi
4,46 (2014)
45 (148)
İnsani Gelişmişlik Endeksi
0,76
76

Yorumlar:
1.      Türkiye GSYH büyüklüğü açısından cari fiyatlarla bakıldığında 18., satınalma gücü paritesiyle bakıldığında 17. büyük ekonomidir. Öteden beri vurgulandığı üzere Türkiye’nin dünyanın en büyük 16. ekonomisi olduğu iddiası doğru değil. Kişi başına gelire gelince sıralamadaki yerimiz 68. sıraya (satınalma gücü paritesiyle 65. sıraya) geriliyor. Buna göre Türkiye’nin devlet olarak zenginler arasında görünse de bireyler olarak bakıldığında orta gelirliler arasında yer aldığı ortaya çıkıyor.
2.      2013 yılı itibariyle Türkiye, potansiyel büyümesinin (% 5) altında büyümüş ve dünyada hızlı büyüyen ekonomiler arasında yer alamayarak kendisine ancak 78. sırada yer bulabilmiş görünüyor.
3.      2013 yılında yüzde 7,5 gibi yüksek bir yılsonu enflasyonu Türkiye’yi 188 ülke arasında en yüksek enflasyona sahip 32. ülke konumuna sokmuş bulunuyor.   
4.      Türkiye’nin toplam devlet harcamaları ile devlet gelirleri birbirine yakın seyrediyor. O nedenle de bütçe açığı oldukça düşük düzeyde seyrediyor. Buna karşılık en iyiden en kötüye doğru sıralandığında Türkiye yüzde 1,5 oranındaki bütçe açığıyla kendisine ancak 71.sırada yer bulabiliyor. Düşürmekle övündüğümüz bütçe açığında gelebildiğimiz sıra burası.
5.      En çok ihracat yapan ülkeden başlayarak yapılan sıralamada 28. sırada yer alan Türkiye aynı mantıkla yapılan sıralamada ithalatta 20. sırada bulunuyor. Buna karşılık hizmet ihracatında (turizm, navlun, sigortacılık vb) 26. sırada yer alırken hizmet ithalatında 44. sırada yer alıyor. Hizmet ihracatının hizmet ithalatından oldukça fazla olması mal ihracatı ve ithalatı arasındaki negatif farkı azaltıyor ve o nedenle cari açığımız GSYH’nın yüzde 6,1’ine düşüyor. Buna karşın cari açıktan en iyiden başlayarak yapılan sıralamadaki yerimiz hala 103. sıra gibi en kötü durumdakiler arasında bulunuyor.
6.      Türkiye, 2013 yılında çektiği 13 milyar dolara yakın doğrudan yabancı sermaye girişiyle 22. sırayı alıyor, 111 milyar dolara yaklaşan döviz rezervleriyle bu alanda 17.sırada görünüyor.  
7.      M3 geniş para arzına bakıldığında Türkiye’nin sırası 11. olarak çıkıyor.
8.      Türkiye’nin en üstlerde yer aldığı konuların başında kredi kullanımları geliyor. Özel kişilerin kredi kullanımı oranında Türkiye 4. sırada yer alıyor.
9.      Bankaların sermaye / varlıklar rasyosu yüzde 11,2 olarak gösteriliyor. Bu oran yüzde 8 olarak kabul edilen uluslar arası standarda göre oldukça yeterli olmakla birlikte dünya sıralamasında daha yukarılarda olduğunu düşündüğümüz bir konumda olmadığımız anlaşılıyor.
10.  Hisse senetlerinin piyasa değerinin GSYH’ya oranı, benim için oldukça şaşırtıcı (olumlu anlamda) bir sıra olan 18. sırada yer alıyor.  
11.  Evine boruyla su taşınan nüfus oranında Türkiye’nin 10. sırada yer alması ve birçok gelişmiş ülkeyi geride bırakması bir başka (olumlu anlamda) şaşırtıcı sonuç.
12.  Banka şubelerinin fazlalığından şikayet etmemizin pek da haklı olmadığını bu alanda 79. sırada yer almış olmamız ortaya koyuyor. Öte yandan ATM sayısı konusunda çok daha önlerde yer almış olmamız pek şaşırtıcı değil.
13.  Petrol tüketiminde 27, doğalgaz tüketiminde 22. sırada bulunuyoruz. Bu durumda petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki gerileme bize oldukça katkı yapacak (olumlu) gibi görünüyor.
14.  Türkiye’nin en fazla yol aldığı konulardan birisi gelen turist sayısı ve elde ettiğimiz turizm gelirlerinde ortaya çıkıyor.
15.  AR-GE harcamalarında oldukça geride olmamıza karşılık patent ve marka başvurularında şaşırtıcı olarak önlerde yer alıyoruz. Buna karşın Türkiye’nin marka sahibi olmakta ve buluş yapmakta adının pek de duyulmamış olması bu başvuruların nasıl başvurular olduğu konusunda kuşku yaratıyor.
16.  Yüksek teknolojili sanayi malı ihracatında çok gerilerde olmamız da aslında patent başvuruları konusunda kuşkuyla örtüşen bir durum sergiliyor.
17.  İnternet kullanıcısı sayısında orta sıralarda yer alan Türkiye’nin cep telefonu aboneliğinde önlerde yer alması da şaşırtıcı değil. 
18.  Türkiye, küresel rekabet endeksinde ilk üçte birlik grupta, insani gelişmişlik endeksinde ise orta sıralarda yer alıyor.

Özet:
Dünyanın 18. büyük ekonomisi olan Türkiye, çok az alanda bu sıranın hakkını verecek bir ekonomik durum içinde bulunuyor. 2023 yılında GSYH büyüklüğü açısından ilk on ekonomi arasına girmeyi hedeflemenin hiçbir anlamı olmadığı bu tabloya bakınca net bir biçimde görülebiliyor. Hedef, enflasyonu, cari açığı kalıcı olarak düşük düzeylere indirmek kadar kişi başına geliri artırmak, patent ve marka başvurularındaki gelişmeyi markaları dünyaya tanıtmak, patentleri buluşa çevirebilmeye yansıtabilmek olmalı. Bu hedeflere ulaşabilmek için de gerçek anlamda yapısal reformlara girişmek gerekli.